30 Aralık 2010 Perşembe

Ve Hayat Sus Dedi Artık!!

Sanki bu bir gelenek.. Elbette yeni yıl listelerinden bahsediyorum, ve geçmişle yüzleşmelerden.. Her sene yılın bu zamanı insanların içine düştükleri telaştan.. Alınan yeni kararlar, yapılan planlar, değişim çabaları, gazetelerde astroloji köşelerinin peşine düşüp yeni bir yılda başımıza gelecek güzel şeylerin erken gelen haberleri, umutlar ve evet umutlar.. Korkuyoruz sanki her biten yıldan.. Bitiyor ya bir telaştır alıyor bizi.. Bir sene daha geçmişken öylece;  yapılmamışlar, hevesler, içimizde kalanlar sarıyor her yanı.. Ve yeni başlangıçların umudu.. Bir şans daha tanıyoruz kendimize.. Bir haftalık şanslar.. Bir hafta sonra unutuluyor bütün bunlar.. Hemen alışıveriyoruz yeni yılın sıradanlığına.. İşte bir Ocak daha.. Sıradan bir iş günü, sıradan yorgunluklar, sıradan eğlenceler.. Ve hep çok zamanımız var nasılsa yaşamaya.. Yeni bir Aralık gelene kadar rahatız ya..

Ve ne acıdır hepimiz biliyoruz aslında zamanımız falan olmadığını.. Her gidenin peşinden anlıyoruz bunu ve elbet unutuyoruz yine bu acı gerçeği.. 


Var mı yeni yıldan bekledikleriniz? Belki istekleriniz? Var benim, sadece bir tane.. Ne mi? Kararlı olmak istiyorum ben bu yıl.. 2010 geçmişte kalsın tamamen.. Sanki hiç yaşanmamış gibi başlamak istiyorum bu yıla.. Kötü geçtiğinden değil.. Aksine çok neşeli, çok karışık, çok şaşırtıcı, çok heyecanlı bir yıldı.. Her şey vardı içinde.. Bu sene de olsun.. Her şey güzel olsun.. Tamam ama ben gerçekte bu yıldan beklemiyorum birşeyler.. Kendimden bekliyorum.. Kendimden istiyorum..


Hepimize aradığımızı bulduğumuz bir yıl diliyorum.. Doya doya yaşayacağımız bir yıl.. Herşeyin delicesine yaşandığı bir yıl.. Bu yıl sıradan iş günleri, sıradan arkadaşlıklar, sıradan eğlenceler olmasın.. Değiştirin kendinizi, çevrenizi ve bu gelen yeni yılı..


22 Aralık 2010 Çarşamba

Bu akşam..

Bu akşam pek havamdayım sanırım.. İkinci postu yazdığıma göre:)))) Aslında çok başım ağrıyor.. Yemek yerim geçer sandım, geçmedi:(

Böyle zamanlarda ağrı kesici/kahve ikilisi imdadıma yetişiyor.. Sıcak koyu bir kahve yaptım kendime.. Ağrı kesici de alınca her şey tamam olacak.. Bir saate kesecek ağrıyı..

by ZoeWieZo

Yanlış anlamayın ama.. Asla önermiyorum.. Sakın yapmayın.. Ben de sadece çok mecbur kalınca yapıyorum ki bu akşam dayanamıyorum artık..

Şimdi üstüme battaniyemi alıp film izlemeye dalmak istiyorum.. İki film var elimde.. Biri Peter Sellers'ın oynadığı Naked Truth.. Diğeri ise Yeni Başlayanlar İçin İtalyanca.. Sızmadan izlerim umarım.. İyi geceler..

Ah be..

Sizi bilmem ama ben yoğun olmayı severim.. Hayatımın her döneminde böyleydi.. Üniversite hayatımda haftanın 7 günü okula giderdim.. Üstelik evim çok uzaktı.. Her gece geç saatlerde eve gider kısacık uykular sonrasında sabahın köründe yine yollara düşerdim.. Hatta bir ara yorgunluktan bunalıma girmiştim.. 

Şimdi öyle değilim sanki.. Çok yoğunuz bu bir gerçek ama eve gelip yatmaktan başka düşündüğüm şey yok.. Zor geçiyor günler evet.. Yapılacak tonla iş var.. İş çok oldukça içten içten sevinip dıştan dıştan söyleniyorum..

 Labımızın küçük bir kısmı:)

 Ben kendimi petrilere adamışken:)

Bu ise benim zavallı, çilekeş masam:)

Ama iş dışında bir şey yapamıyorum.. Bir tek film izleyip, kitap okuyorum.. Bir de bunları yaparken örgü örüyorum.. Sonra cup yatağa.. Hatta erken yatmazsam dinlenemem diye korkuyorum.. Bu da can sıkıntısı yapıyor ben de.. Bunalıyorum.. Ben bir kaç işi birarada yapmıyorsam eğer performansım düşer.. En ufak işi yapamaz olurum.. Korkuyorum kendimden..

Böyle işte.. Anlayacağınız kendimden sıkılmış durumdayım.. Sanırım biraz değişiklik gerek bana.. Evet evet kesin değişiklik gerek..:))

Not: Bu ara bir de Ahmet Ümit okuyorum.. İstanbul Hatırası.. Bu kadar iş olmasaydı eğer 3 günde 20 kere bitirmiştim, öyle sürükleyici:))) Daha sonra bahsedeceğim elbet:)

Bir deeee  Ben bu versiyona bayıldım:))

Bir deee öptüm hepinizi..


Bir dee iyi ki kitaplar var.. Onlar da olmasa napardım..

16 Aralık 2010 Perşembe

Denedim, Memnunum-2

Ben zavallı ben.. Her daim saçlarımla başım beladadır.. Öyle kafasına göre takılan saçlarım var ki!! Benden bağımsız yaşıyorlar.. Dalgalı/kıvırcık bir yapısı var.. Kabarmaya bayılır.. Hele biraz nem görsün çılgınlar gibi elektriklenir.. Ben acılar içinde yatıştırmak için uğraşırım da uğraşırım.. Kimi gün de sakinler, uysallaşır.. Anlamak ne mümkün :((

Böyle bir şey işte:)

Yazın çok daha rahat benimki gibi bir saça bakmak.. Hava sıcak, yıkadıktan sonra kendi halinde kurumaya bırakmak mümkün (zira fön makinasına da alerjisi var saçlarımın.. Kabardıkça kabarır..). Her gün yıkamak da işten değil.. Böylece binbir çeşit şey sürüp şekil vermek nispeten kolay..

Peki ya kışın ya da mevsim geçişleri.. Hava nemli, yağmurlu, rüzgarlı.. Kabarması için her tür etken mevcut.. Üstelik her gün saç yıkanmaz.. Yıkansa kendi halinde kurumaya bırakılamaz (sinüzit çarpar alimallah).. Bir düzleştirici kullanırdım ben.. Düzleştirirdi şöyle böylede olsa.. Ama yine de kabarırdı o saçlar.. Sürekli kuaföre gitmek canımı sıkardı.. Sonraaaa bir arkadaşım sayesinde şu düzleştiricilere takıldı aklım.. Günlerce araştırdım.. Bir dolu marka arasında gittim geldim.. İnternet araştırmalarım bitince sahaya indim annemle.. Veee sonunda Braun ES2 saç düzleştiriciyi aldım..



Yahu bunca zaman ben neden eziyet çekmişim?.. Yıkıyorum saçımı.. Delicesine kurutuyorum, kabarsın istediği kadar umrumda değil.. Sonra düzleştiriyorum 10 dakikada (saçım kısa sayılır ama benim).. Üstelik hiçbir şey sürmeden.. Nem, yağmur, rüzgar.. Bana mısın demiyor.. Öyle dümdüz, yumuşak saçlarımla mutlu mutlu dolaşıyorum ortada.. 

Saçı yıpratıyor mu henüz bilemiyorum.. Satin ion teknolojisi varmış efendim.. Bir tuşa basıp çalıştırıyorsunuz.. Sorarsanız yıpratmıyor saçı.. Bence mininum da olsa yıpratacaktır.. Çok sık kullanmamalı.. Ben saçlarımın ucuna saç bakım serumu sürmeyi ihmal etmiyorum.. 

Sonuç: Kullandım, memnunum.. Hayatta vazgeçmem..

En güzelini sona saklıyorum.. Haberiniz olsun:)))
Ama bu da çok eğlenceli:)))

14 Aralık 2010 Salı

Denedim, Memnunum-1

"Öyle çok kozmetiğe meraklı biri diilim ben" diyebilmeyi isterdim.. Çok "cool" bir havası oluyor öylelerinin..:) Ben öyle diilim.. Çok çok meraklı olmasamda cildimi düzenli olarak mutlaka nemlendiririm.. Bunun için de sürekli araştırırım, yeni şeyler bulurum, denerim.. Bu gece oturmuş çalışırken dudaklarımı yemeye başladığımı farkettim.. Koşarak "Blistex" imi aldım.. Sürdüm dudaklarıma, rahatladım:))

"Blistex" i ben geçen kış keşfettim.. O zamandan beri vazgeçilmezim.. Kışın soğuktan çatlayan patlayan dudaklara merhem olmakta.. Gece sürün, sabah nerdeyse tamamen iyileşmiş dudaklarla uyanın.. Şu aşağıdaki benim kullandığım..  Lip Conditioner.. Sürdükçe dudaklarınız hafif hafif yanıyor naneden.. Anında ferahlatıyor.. Ama dikkat etmeli çünkü çok lezzetli.. Yalayıp bitirmeyin:))



Üstelik uzun süre kullanıyorsunuz.. Verdiğiniz paraya değiyor kesinlikle.. Bu arada, lip balm tarzı ürünler sadece kadınlar içindir diye bir yanılgıya düşmesin lütfen erkekler.. Çatlamış dudaklar tüm insanlığın sorunu.. Lip stick formatındakiler canınızı sıkıyorsa, bu kutucuklar da tam size göre:)

Pek çok çeşidi mevcut.. Ben diğerlerini denemedim.. Bu kutucuğa takıldım, vazgeçemiyorum:)) Burada markayla ilgili her şey var.. Türkiye'de "Watsons"da, "Gratis"de, eczanelerde satılıyor..

Kullandım, Memnunum.. Vazgeçemeyecek kadar bağımlıyım:)))

Son iki post Jingle Bells unutulmuş.. Demek bugün üçlemeliyiz:))

11 Aralık 2010 Cumartesi

What is this? What is this? There's white things in the air:)))))



Bugün beyaz bir sabaha uyandık (beyaz bir öğleden sonraya uyandım ben ama olsun:).. Bir Cumartesi gününe bundan daha iyi başlayamazdım.. Şimdilerde yağmura dönmüş olsa da o havadaki beyaz şeylere tapıyorum ben:)) Hemen aklıma Tim Burton geldi elbet.. Karlı havalarda ilk düşündüğüm "Nightmare Before Christmas" izlemek olur..



1993 yapımı bu "stop motion" animasyonunun yönetmeni Henry Selick.. Tim Burton ise Michael McDowell ve Caroline Thompson ile senaryoyu yazmış.. 3 yıl süren çalışmalardan sonra ortaya bir başyapıt çıkmış:)) Yönetmen Tim Burton değil.. Bunun nedeni de prodüksiyonun her aşamasında çalışıyor olması..


Hikayemizin baş kahramanı Jack Skellington:) (Danny Elfman)..Bu korkunç ve sevgili balkabağı kralı arkadaşımız Halloweentown'ı yönetmektedir.. Bütün bir yıl Cadılar Bayramı kutlamaları için çalışmaktan yılmış, sıkılmıştır.. Hayatında bir anlam olsun ister:) Ve bir gün çok çok büyük bir hata sonucu Christmastown'a gider.. Buraya çok özenir.. Kendince değişik ve güzel şeyler yapmak adına kasabasına döner.. Amacı Noel Baba'yı kaçırmaktır:)) İzlemeyenler için burda kesiyorum ki her bir karakterin tadına kendiniz doya doya bakabilesiniz..

Bir kaç ufak ayrıtıdan bahsetmem gerek.. Film 2006 yılında 3D olarak tekrar gösterime girmişti.. Daha sonra ise kitaplaştırıldı.. Kitapta elbette filmden kareler ve notlar var.. İletişim Yayınları'ndan çıkan kitap 13.5 lira. Çocuk kitapları dizisinden çıkmış olması sizi durdurmasın lütfen:)))

Bir de elimden gelse, ilgili herşeyi paylaşırım burdan:)) Çok sevdiğim iki bölümünün videosuyla yetinmek durumundayım.. Ama izlerken Sally'nin şarkısına dikkat lütfen:))


  • What's this? What's this?
    There's color everywhere
    What's this?
    There's white things in the air
    What's this?
    I can't believe my eyes
    I must be dreaming
    Wake up, Jack, this isn't fair
    What's this?

    What's this? What's this?
    There's something very wrong
    What's this?
    There's people singing songs

    What's this?
    The streets are lined with
    Little creatures laughing
    Everybody seems so happy
    Have I possibly gone daffy?
    What is this?
    What's this?

    There are children throwing snowballs here
    Instead of throwing heads
    They're busy building toys
    And absolutely no one's dead

    There's frost on every window
    Oh, I can't believe my eyes
    And in my bones I feel the warmth
    That's coming from inside

    Oh, look
    What's this?
    They're hanging mistletoe, they kiss
    Why that looks so unique, inspired
    They're gathering around to hear a story
    Roasting chestnuts on a fire
    What's this?
    What's this?


    In here they've got a little tree, how queer
    And who would ever think
    And why?

    They're covering it with tiny little things
    They've got electric lights on strings
    And there's a smile on everyone
    So, now, correct me if I'm wrong
    This looks like fun
    This looks like fun
    Oh, could it be I got my wish?
    What's this?

    Oh my, what now?
    The children are asleep
    But look, there's nothing underneath
    No ghouls, no witches here to scream and scare them
    Or ensnare them, only little cozy things
    Secure inside their dreamland
    What's this?

    The monsters are all missing
    And the nightmares can't be found
    And in their place there seems to be
    Good feeling all around

    Instead of screams, I swear
    I can hear music in the air
    The smell of cakes and pies
    Is absolutely everywhere

    The sights, the sounds
    They're everywhere and all around
    I've never felt so good before
    This empty place inside of me is filling up
    I simply cannot get enough

    I want it, oh, I want it
    Oh, I want it for my own
    I've got to know
    I've got to know
    What is this place that I have found?
    What is this?
    Christmas Town, hmm...
Not: Müzikler elbette Danny Elfman..
Not2: Şimdi yine öyle güzel yağıyor ki.. Ben izninizle kahvemi alıp manzaraya dalacağım:)) Umarım herkes sıcak bir yerlerde huzur içindedir..

9 Aralık 2010 Perşembe

Who is John Galt?*

Bir klişe vardır ya : Bir kitap okudum ve hayatım değişti diye.. Benzer bir durumdan bahsetmek istiyorum bugün.. Bir yazardan.. Yok hayır, hayatım değişmedi öyle birdenbire.. Ama dünyayı algılayışım değişti.. Belki 6-7 sene önceydi S'de bu kitabı gördüğümde.. Ne görsem okurum ya buna da takıldım.. İki kere okudum kitabı.. Ara ara açıp okuduğum kısımları saymıyorum.. Üstüne yazarın başka kitaplarını da okudum.. 


Yazarımızın asıl adı Alisa Zinovyevna Rosenbaum.. Ayn Rand ismini ise Sinan Çetin'den bol bol duymuşsunuzdur.. Rusya'da 1905 yılında doğan Ayn Rand Yahudi bir aileden geliyor.. Hayat hikayesini anlatmanın yeri burası değil ama en önemlisi 26 yaşında Amerika'ya ziyaret amaçlı gelip, yerleşmesi.. Senarist olma yolunda zorluklarla karşılaşırken yazın hayatına başlıyor.. Şimdilerde İncil'den sonra en çok satan kitabın yazarı olarak tanınıyor.. "Fountainhead" , Türkçe'ye "Hayatın Kaynağı" olarak çevrilmiş.. Kitabın temelinde bireycilik ve kollektivizm karşılaştırılması var.. 



Hepimizin (ya da çoğumuzun) sevgilisi Sawyer Fountainhead okurken:)

Şimdi konuşulduğunda hepimizin irkilmesine neden olacak görüşleri savunuyor.. Objektivizm ya da bireycilik ve kapitalizm.. Evet temelde kollektif yaşamın insan doğasına aykırı olduğu görüşüne sahip.. Aklın ve mantığın duygulardan üstün olduğu.. 


Hayatın Kaynağı'nda ana karakter Howard Roark okulu yarıda bırakmış bir mimar.. Kendi fikirlerine ve ideallerine güçlü biçimde bağlı, hiçkimsenin bir başkasının tarzını herhangi bir alanda, özellikte mimaride kopya etmemesi gerektiğini düşünen bir mimar. Bu yolda gece gündüz çalışan, bundan yüksünmeyen, hatta bu çalışmanın getirdiği yorgunluktan mutluluk duyan bir mimar.. Sonunda ortaya çıkardığı eseri her seferinde sonuna kadar savuyor, hatta satamayacağını, aç kalacağını bilse de.. Aslında savunduğu sahip olduğu değerler.. Herkes bir şekilde onu vazgeçirmeye çalışsa da o buna asla yanaşmıyor.. Bir nevi savaşın içinde.. Kitaptaki bir diğer farklılık Roark'ın kendini anlatmak için uğraşmayışı.. Felsefesini, diyalog ya da monolog olarak ondan uzun uzun dinlemiyoruz.. Kibirli, iğneleyici bir kaç sözle anlatmak istediğini içimizde hissediyoruz.. 

Atlas Vazgeçti'de felsefesinin temelini özetlediği sözlerini, dövme olarak yazdırabilecek fanatizmde hayranları da var..

Bunlar Ayn Rand karakterlerinin genel özelliği.. Hayatın Kaynağı için Atlas Vazgeçti'nin uvertürüdür demiş.. Gerçekten de Hayatın Kaynağı Atlas Vazgeçti için bir hazırlıktır.. Atlas Vazgeçti 3 ciltlik devasa bir roman.. Hayatın Kaynağı ise yaklaşık 700 sayfa:)  Okuyunca mutlaka etkileneceksiniz.. Belki kızacak, böyle hayatlar yok, ütopik şeylerden bahsediyor diyeceksiniz.. Belki felsefesinden nefret edeceksiniz.. Belki benim gibi hayata bakışınız değişecek.. Ama tek bir gerçek var ki öyle ya da böyle mutlaka etkileneceksiniz..

Bir fikriniz olması açısından felsefesini özetleyebilecek bazı türkçe ve ingilizce alıntılar:
  • "Benim felsefem, özünde, hayattaki ahlaki amacı kendi mutluluğu olan, varlığının yegane amacı ve en yüce eseri olarak yaratıcı üretkenliğini gören kahramansı bir varlık, bir insan konseptidir."
  • "En sefil insan amaçsız olandır. "
  • Neşe, acının.. Zeka, aptallığın..Işık, karanlığın..Kişilik, kişiliksizliğin..yokluğu olamaz  
  • "Do not let your fire go out,spark by irreplacable spark. in the hopeless swamps of the not quite, the not yet, and the not at all, do not let the hero in your soul perish and leave only frustration for the life you deserved, but never have been able to reach. the world you desire can be won, it exists, it is real, it is possible,it is yours." 
  • "Hayatım ve hayatıma olan sevgim adına yemin ederim ki, hiçbir zaman bir başkası için yaşamayacağım ve başkasından da benim için yaşamasını istemeyeceğim."
  • "No one, therefore, can claim the objective superiority of his choices over the choices of others. where no objective proof is available, it’s every man for himself – and only for himself."
  • "Ask yourself whether the dream of heaven and greatness should be left waiting for us in our graves-- or whether it should be ours here and now and on this earth."
  • ‘Seni seviyorum’ diyebilmek için ilk önce ‘ben’ demeyi bilmek gerekir..
Bunlar da kitapları:
  • 1934 16 Ocak Gecesi (Night of January 16th)
  • 1936 Yaşamak İstiyorum (We The Living)
  • 1938 Ben, Ego (Anthem)
  • 1943 Hayatın Kaynağı (The Fountainhead)
  • 1957 Atlas Silkindi (Atlas Shrugged)
  • 1961 For the New Intellectual
  • 1964 The Virtue of Selfishness (Nathaniel Branden ile)
  • 1966 Kapitalizm: Bilinmeyen İdeal (Capitalism: The Unknown Ideal)
  • 1967 Introduction to Objectivist Epistemology
  • 1969 The Romantic Manifesto
  • 1971 The New Left: The Anti-Industrial Revolution
  • 1982 İhtiyacımız Olan Felsefe (Philosophy: Who Needs It)
 *Who is John Galt? Atlas Vazgeçti'de sık sık geçen, hikayesini merak ettiren bir soru cümlesi..

6 Aralık 2010 Pazartesi

Peki ya uyku tutmazsa?..

Öylesine yorgun geldim eve bu akşam ben.. Alelacele birşeyler atıştırdım, çayımı içtim.. Yatağıma uzandım.. Gözlerim sımsıkı kapalı uykuyu bekledim.. Bekledim.. Mümkünü yok gelmedi..Üstelik melankolik bir hava.. 

 

Napılır ki uyku tutmayınca.. Yavaşça kalkılır yataktan, önce evde bir tur atılır.. Su doldurulur kocaman bir bardağa.. Sevilen bir kitap alınır kütüphaneden, sayfaları şöyle bir karıştırılır.. Hafif bir gülümseme, belki de hüzün yüzünüzde.. Bir an dalıp unutulur sıkıntılar ama yetmez.. Sevilen bir film, dizi izlense.. Cık.. Yok yararı.. Bazen hiçbirşeyin yararı olmaz.. 


Müzik açılır bu sırada ki daha kötü yapar bu herşeyi.. Bir şarkı.. Dinledikçe artan bir sıkıntı.. Şarkı sizin için yazılmıştır sanki.. Give me wings, give me wings.. Now i'm stuck on the ground.. 

Hiç böyle hissetmedim demeyin nolur bana.. Sıkıştım kaldım işte ben.. Kanatlarım olsun istiyorum.. Ve hiç sorumluluğum olmasın.. Kaçabilmeyi umuyorum..Herkesin bir nedeni vardır ya elbet benimde var.. Belki minicik, ufacık ve hatta saçma şeyler.. Ama bana aitler, benim gözümde kocamanlar, sorunlar..

Son dönemde hep bu gel-git.. Akşam ya da haftasonu kendimi topluyorum ve BUMM!! Sabah başa dönüyoruz.. Görüyorum ki herkes mutsuz.. Oysa ben öyle seviyorum ki hayatımı.. Öyle mutluyum ki içinde.. Çözüm; olumsuz kimseleri görmemek, duymamak mıdır? Size dokunmalarına bir şekilde engel olabilmek midir? Umursamaz olmak mıdır? Belki de..


İşte, çıkamayınca işin içinden buraya yazıyorum.. Rahatlıyor muyum? Kesinlikle evet.. Pes ediyor muyum? Asla!! Uykum kaçmış olabilir.. Kafam karışmış olabilir.. Belki ne yapacağımı bilmiyor olabilirim.. Ama her seferinde aynı gerçeğin farkına varıyorum.. Hayatıma dokunulmasına izin veremem.. Şimdiye kadar her ne yaptıysam kendim yaptım.. Tüm kararlarım bana ait.. Başkalarının öyle kolayca yıkmasına izin veremem.. Vermem.. Yarın nolacak bilmiyorum.. Ama ben denemeye devam edicem sanırım.. Başka bir yolu yok öyle değil mi? 


Peki ya artık gözlerinizden uyku akıyorsa?? Güzel rüyalar görmeniz ve çok mutlu uyanmanız dileğiyle.. Tatlı rüyalar (en son ben dedim:))

Heyyy Günün Jingle Bells'ini unutmuş değilim.. Ruh halime uygun olarak daha isyankar bir Jingle Bells.. İyi dinlemeler:))
Not:Fotoğraflar Deviantart'tan.. Beni, sizi, hepimizi mutlu etsinler diye..

2 Aralık 2010 Perşembe

En Büyük Aşkım Don Quixote:)

Onu tanımayanımız var mı acaba? Don Quixote ya da Don Quijote.. Olmadı Don Kişot.. Bir roman kahramanı mı sadece Miguel de Cervantes Saavedra'nın yarattığı? 400 küsur yaşında, bir roman kahramanı olmanın çok ötesine geçmiş Mancha'lı şövalye bana kalırsa.. 

1605 ve 1615 yılllarında iki cilt/bölüm halinde yazılmış:  El ingenioso hidalgo Don Quijote de La Mancha (Marifetli ayan Mancha'lı Don Kişot ) ve Segunda parte del ingenioso caballero Don Quijote de La Mancha (Marifetli şövalye Mança'lı Don Kişot ikinci bölümü).. Şüphesiz Edebiyatın temel taşlarından.. 400 senelik eskimemiş, asla eskimeyecek bir roman.. 

 Beni bilen arkadaşlarım arada bana buldukları Don Quijote resimlerini yollarlar.. Bunu Liseden S'cim yolladı:)

4 ana karakter var malumunuz... Elbette Don Kişot ki asıl adı Alonso Quijano'dur, uşağı Sancho Panza (son derece sevimli, obur, paragöz biri.. Bu serüvene de vali olacağı vaadiyle katılıyor), Don Kişot'un biricik aşkı Dulcinea del Toboso (ya da Dulcinee du Toboso;) ve elbette cefakar at Rosinante:)) Sancho'muzun da meşhur bir eşeği vardır onu da saymazsak olmaz..Don Kişot mazlumları korur ve kötülere göz açtırmaz.. 

Bu da Unicorn'cumdan.. Bir gezisinde taş üstünde görüp fotoğraflamış.. ne kadar teşekkür etsem az..

Bugün Unicorn'um Aşk ile ilgili bir konuda mimlenmiş.. Çok da güzel anlatmış..Bu yüzden ben en sevdiğim kitabımdan alıntı yapmak istedim..


Hepmizin sık sık rastlayacağı resimlerden biri

Kitaptan;

"..Adı Dulcinea'dır. Memleketi el Toboso, La Mancha'da bir köy; özelliği, en azından prenses olmaktır, o benim kraliçem ve sevgilimdir; güzelliğiyse olağanüstüdür..Şairlerin hanımlara atfettikleri bütün o imkansız ve hayali güzellik sıfatları, onun şahsında gerçek olurlar. Onun saçları altın, alnı cennet bahçesi, kaşları gökkuşağı, gözleri birer güneş, yanakları gül, dudakları mercan, dişleri inci, boynu kaymaktaşından, göğsü mermerden, elleri fildişinden, teni kar kadar beyazdır.


"...Bu öyküde adı sık sık geçen Dulcinea del toboso'nun koskoca La Mancha'da, domuz tutmakta, en maharetli kadın olduğu söylenir.""... Evet onu iyi tanırım", dedi Sancho. "Köyün en kuvvetli delikanlısı kadar iyi cirit attığını söyleyebilirim size. Tanrı hakkı için, kusursuz bir kızdır, kanlı canlı, sağlam yapılıdır. Sevgilisi olduğu gezgin şövalyeyi her dertten kurtarır."


Yüce Tanrım! Ne kas vardır onda ne ses vardır. Derler ki bir gün, babasının tarlasında çalışan oğlanları çağırmak için, köyün çan kulesinin tepesine çıkmış; yarım fersah ötede oldukları halde, kulenin dibindeymiş gibi duymuşlar.En iyi tarafı da hiç nazlı olmamasıdır. Çok hoş sohbettir. Herkesle şakalaşır. Her şeyle alay eder, eğlenir. Şimdi diyebilirim ki saygıdeğer şövalye, zat-ı aliniz onun uğruna delilikler yapabilirsiniz, yapmalısınız da. Hatta umutsuzluğa kapılıp kendinizi asmaya hakkınız bile var.


"... Sancho, benim Dulcinea del toboso'm, ondan istediğim iş için, dünyanın en soylu prensesi kadar iş görür. Tabii, çünkü hanımları istedikleri isimle öven bütün şairler onlara sahip değildirler. Sen sanıyor musun ki, kitapları, romansları, berber dükkanlarını ve tiyatroları dolduran bütün o Amaryllis'ler, Phyllis'ler, Silvia'lar,Diana'lar, Galateia'lılar, Alida'lar ve diğerleri gerçekten etten, kemikten kadınlardılar ve onları övenlere aittiler? Tabii ki hayır, çoğu uydurmaydı. Şiirlere konu olsun diye, şairi aşık, aşık olabilecek tiynette bir adam olarak tanınsın diye uydurulmuştu. Aynı şekilde benim Aldonza Lorenzo'nun (Dulcinea'nın gerçek kimliği) güzel ve namuslu olduğunu düşünmem, buna inanmam yeterli; soyluluk meselesi pek önemli değil, rütbe vermek için soruşturacak değiller ya; ben dünyanın en soylu prensesi kabul ediyorum onu."

Dulcinea böyle biri mi?:))

Eğer bilmiyorsan öğren Sancho: İnsanı sevmeye sevkeden, her şeyden önemli iki şey vardır; güzellik ve iyi şöhret. Bunların ikisi de Dulcinea'da bol bol var; çünkü güzellikte kimse onunla rekabet edemez, şöhretine ulaşan az bulunur. Sonuç olarak ben bütün söylediklerimin doğru olduğunu hayal ediyorum, ne bir eksik, ne bir fazla. Onu hayalimde istediğim gibi canlandırıyorum."

 Yoksa böyle biri mi? Ya da çok farkeder mi?

Roza Hakmen'in çevirisiyle La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote (Miguel de Cervantes Saavedra) Yapı Kredi Yayınları'ndan (2 cilt)

Okumadıysanız tam zamanıdır.. Yok eğer okuduysanız bir daha okumanın tam zamanıdır:))

Günün Jingle Bells'i:)))

Mutlaka dinleyin.. :))))

1 Aralık 2010 Çarşamba

İdil Biret, Alexander Rudin, Proje, Deney, Lodos...


Çok mu tembelim bugünlerde acaba?? Hiçbir şeye yetişemiyorum sanki.. Çünkü eve gidip uyumak daha çekici geliyor.. Hafta sonu evden dışarı adımımı atmadım.. Yapılması gerekenler birikedursun ben ayaklarımı uzatıp miskinleştikçe miskinleşiyorum.. Bu ara yaptığım tek iyi şey pazartesi akşamı Süreyya Operası'nda İdil Biret'i dinlemek oldu sanırım.. İdil Biret Piyanoda ve Alexander Rudin viyolenselde.. Beethoven ve Brahms çaldılar.. Zaten Süreyya Opera'sının kendisi yeter biliyorsunuz.. Çok güzel bir akşam oldu itiraf etmeliyim..



Ertesi akşam eve gelip uyudum, hem de sabaha kadar.. Hatta servisin gelmesine 10 dakika kala uyandım, geç kalıyordum nerdeyse.. Oysa ne çok işim var.. Evimin balkon kapısı yapılmalı mesela.. Cuma günü gelecekler miydi ne?? 


Sonra aydınlatma sorunu çözülmeli.. Çok aydınlık sevmiyorum ben.. Eski evimde duvara yansıtıyordum.. Bu evde ise duvarlar mavi, daha yumuşak bir ışığa ihtiyacım var.. A'cım bana japon feneri almış sonunda ama benim eve birilerini çağırtıp yaptırmam gerekiyor..:( 


Kitaplığım bana yetmiyor.. Raf yaptırmalıyım.. Banyoya da raf yaptırmalıyım.. Aylardır dilimde ama kılımı kıpırdatmıyorum..

Teyzemin ("gerçek teyzem diil" demeye dilim varmıyor, benimle yaşıt bir dostlukları var annemle..) torunu 1 yaşına gireli ayı geçti ben hala hediyelerini götüremedim:(( 

Görmem gereken arkadaşlarım var.. Okumam gereken kitaplar var.. İzleyeceğim filmler, gidilecek yerler var..

Bütün bunların yanında benim bir işim var.. Yapmam gereken deneyler dışında proje yazmam gerekiyor.. Deneyleri zaten güle, oynaya severek yapıyorum ama o proje gözümde büyüyor.. Önümde makaleler bakışıyoruz.. Renkli kalemlerimi çıkarıyorum, kurşun kalemlerimi sivriltiyorum sonra da oturup ıvır zıvıra takılıyorum..


Bunlar beni mutsuz ediyor işte.. Sevmiyorum monotonluğu zaten.. Bu durgunluk sinirimi bozuyor, yemek bile yiyesim gelmiyor..Daha güzel bir yerlere kaçmak istiyorum.. Tüm sorunlar çözülsün ben dönerim...

Sabah ofise geldim.. Makaleleri çıkardım.. Adaçayı yaptım.. Sıkıntımın kaynağını buldum sonra.. Beni bu hale biraz da lodos getirdi eminim:))) Bu kendini bahar sanan hava yaptı bana bunu:)) 


Görün bakın herşeyi halledicem.. Siz de şahitsiniz.. O proje yazılacak, ev işleri düzene konacak, yapılması gereken ziyaretler yapılacak, kitaplar okunacak, filmler izlenecek, sinemaya gidilecek.. Bu ay dolu dolu geçecek yani.. Üstelik ajancım ayın 21'inde ülkeye giriş yapacak:))))) Yapmıyorsam dediklerimi, uyarın beni lütfen.. Harika bir ay diliyorum.. Bol kırmızılı, bol kurabiyeli/kekli, karlı, atkılı-bereli, şaraplı, yeşilli, hediyeli bir ay diliyorum:)))))

Not: Malum bu ay gittikçe güzelleşecek vitrinler, sokaklar:)) Yeni bir yıl için hazırlıklar, planlar, listeler.. Ben bu ay aynı şarkının değişik versiyonlarını paylaşıcam sizlerle:))) jingle bells:))

28 Kasım 2010 Pazar

Ordan Burdan..

Bu son derece güzel pazar sabahı ben pek geç uyandım:(( Gerçi erken uyansam da evden dışarı çıkmayı düşünmüyordum.. Bu haftasonunu tamamen evde pineklemeye ayırmıştım çünkü.. Şöyle bir evi toparladım.. Dedim kahvaltıya sevgili A'yı çağırayım.. Belki gelir.. Aradım ki o da nesi!! Hala uyuyor.. Ben de bana eşlik edecek başka bir misafir bulup kahvaltıya oturdum:))





Çok güzel gözükmeyebilir ama tadı o kadar fena diil:)) Ya da bilemiyorum belki ben çok acıkmıştım:) 



Bu da benim kahvaltı arkadaşım.. Çok heyecanlı biri.. Biraz gergin, beni de geriyor.. Derdini de anlamadım henüz.. Bakalım biraz daha samimi olalım, görücez neler olacak..


Kahvaltım bitmiş kahvemle başbaşa otururken sizlere cuma akşamından bahsedeyim istedim.. Derdim şu: biz dişiler her dışarı çıktığımızda illa birşeyler almak zorunda mıyız?? Ufak tefek bile olsa ben elim boş dönemiyorum eve.. Cuma akşamı sadece kahve içmek için dışarı çıktık.. Bakın ben neler yaptım..





Bu arkadaşa dair en ufak birşey aklımda yoktu.. Ama iyi ki aldım diyorum şimdi.. Bildiğimiz deniz süngeri.. Bu minicik şey bir de pahalı.. Markası "Derya" (??).. E efendim kendisini yüzümüzü temizlemede kullanıyoruz.. Yüz temizleme jelimizi üzerine döküp yüzümüzü bu süngerle yıkıyoruz.. Bir iki haftadır yüzümde pürüzler vardı.. Sanki onları geçirdi.. Hikmet süngerde mi? Umarım öyledir:))




Kimse tek kelime etmesin bayılıyorum ben bunlara.. Eti Form vazgeçilmez atıştırmalığım benim.. WASA marka bu kıtırlarla da bayramda annemle Gratis'i talan ederken tanıştım.. Acıkmıştık ve bu morlu olandan aldık.. Orman Meyveli ve yoğurtlu.. Bayılınca dönüşte bir tane daha almak istedim, kalmamıştı.. Onun yerine peynirli, yeşillikli bişi aldım.. Ona da bayıldım.. Elbet bu alışverişi yapacaktım.. Mavi olan krem peynirli, siyah ise krem peyniri ve kırmızı biberli.. Gratis'ten bunlar alındı.. Kipa'da morlar ucuza bulununca toplandı elbet.. Bir de mideme anında inmiş bulunan çilekli, limonlu, yoğurtlu kıtır var ki, mmmh:))))



Ahhh ahh... Paralarım böyle eriyor benim.. Sevgili A bir parfüm sormak için ordan oraya giderken oldu bu.. Sırf 5 lira daha ucuz diye aldım..Adidas Body Sprey.. Arkadaki yeşili (Floral Dream) yıllardır kullanıyorum (eskiden gri gibi bir rengi vardı).. Baktım ucuzlar.. Ne zamandır "Pure Lightness" alsam diyordum.. Kalmamış.. E bu ucuzluğu kaçırmamak adına "Fresh Escape" aldım.. İhtiyacım hiç yoktu.. Ama çok güzel kokuyordu:)))


Çantamda olmak zorundalar.. Yapacak bişi yok:))



İşte gerçek amacım..Gratis'e girerken almak istediğim asıl, bu mini pansuman setiydi.. Bir iki ufak kaza atlattıktan ve evde bir yara bandım bile olmadığını gördükten sonra aciliyeti vardı.. Bir de Baticon almalıyım.. O zaman elimi istediğim gibi doğrayabilirim:))



Veee taataaamm:)) Bayramda örmeyi bitirdiğim hırkam.. Annemle yaptık aslında.. Ben ona bebe hırkası ördüm o da bana yardım etti:)) Şimdi yeni bir kazak örmekteyim.. Bitsin gösteririm.. şimdilik şöyle birşey:))


Evet böyle işte.. Pazar günlerini sevmem ben; pazartesi gelir ardından diye.. Pazar günü banyo, tırnak kesme, ödev yapma bıdı bıdıları günüdür.. Öyle olsun yine.. Öpücükler, gülücükler:))

27 Kasım 2010 Cumartesi

İki Film..

Aman efendim ben pek uzak kaldım buralardan.. Bayram biteli bir hafta oldu ben yokum ortalıkta.. Neden?? Hasta oldum ben önce.. İnatla okula gittim ama.. Akşamları erkenden uykuya:)) Derken temizlik diye tutturdum.. Sonuç: en temizinden bir ev ve mutfak, en yorgunundan bir adet tırtıl:))

Neyse geç oldu belki ama bayramda neler yaptım ben? Sabahlara kadar film, dizi izledim; bol bol okudum; annem ve arkadaşıyla çarşı pazar dolaştık; ailemle New York'ta Beş Minare filmine, sevgili A ile ise Testere 3D'ye gittik.. Eh hepsi hakkında bol bol okumuşsunuzdur eminim.. Hatta gidip görmeyeniniz kalmamıştır ama ben de izlenimlerimi paylaşmak istedim.. (Beni bilen bilir; anlatırım kimse tutamaz:)



Testere ile başlayalım.. Bu filme gitmeyi ben istedim.. Hiçbir "Testere" filmini sinemada izlemedim ve izlemeye heveslenmedim.. Bana gereksiz gelmekteydi.. Bu sonuncusunun cezbeden tarafı 3 boyutlu olmasıydı elbette.. Herhalde bir yenilik getirmek istemişler, çünkü artık o kadar sıradanlaştı ki bu seri.. Ama işe yaramamış.. Ha 3D izlemişsiniz ha evinizde, fark yaratmayacaktır.. Üstelik sanırım serinin en kanlı filmi.. Herşeyi gözümü kırpmadan izleyebileceğimi sanan ben dahi bir iki sahnede gözlerimi kaçırdım (Gerçekten gözlerle ilgili bir şey olmadıkça izleyebilirim.. Öyle deşilen barsaklar vs beni etkilemez.. Bu filmde gözleri oyulan kadına bakamadım elbet).. Ve evet yine aynı felsefeyi ısıtarak önümüze koyuyorlar.. Ancak yenecek tarafı kalmamış.. Bu kadar uzayınca sıradanlaştığı kanısındayım.. "Eeee yani?" dedirtiyor.. Peki ya "hadi canımm" dedirten sonlar.. O da yok bana kalırsa.. "İzleyiciyi öyle bir şaşırtalım ki küçük dillerini yutsunlar" diye öyle kastılar ki artık buna yuh demek geliyor içimizden.. Kısacası ne 3D ne de daha fazla vahşet kurtaramamış filmi.. İyi ki "Final Chapter"mış.. Keşke çok daha önce getirselerdi sonunu da izlediğimiz en enteresan korku/dehşet filmi olarak kalsaydı.. 




Peki ya Mahsun Kırmızıgül? Mahsun Kırmızıgül benim dinlediğim ya da dinleyebileceğim birisi diildi şarkıcı iken.. Ama izlediğim ve izlemekten zevk aldığım filmleri yapan birine dönüştü.. Bu konuda profesyonel anlamda çok bilgili olmasam da iyi bir yönetmen olduğunu düşünüyorum..  New York'ta Beş Minare çok emek ve para harcanarak çekilmiş iyi bir film.. Ancak senaryosu için aynı şeyi söylemek malesef mümkün diil.. Mantık hatalarıyla dolu, anlatmaya çalıştığı konu yüzeysel kalmış, iyi işlenmemiş.. Keşke biraz daha özenilseymiş; çok çok daha güzel bir film olurmuş.. Nihayetinde zor bir konuya değindiğini belirtip konuyu Haluk Bilginer'in oyunculuğuna getirelim.. Yine harika, yine olağanüstü, yine büyüleyiciydi..  New York'ta Beş Minareyi izleyin.. Sinemada izleyin.. Türk Sineması'nın daha da iyiye gidebilmesi için.. 




Bu arada bayramda uzun zaman önce örmeye başladığım bir hırkayı bitirdim.. Bence çok güzel de oldu:)) Bugün yarın fotoğraflayıp sizlerle paylaşıcam.. İyi bir haftasonu geçirdiğinizi umuyorum.. 

23 Kasım 2010 Salı

Üstelik mimlendim:))

Sevgili Unicorn'um beni mimlemiş.. Pek hoşuma gitti.. Soruları çok sevdim..

1-en sevdiğiniz kelime: Ayakkabı:)) (gülmeyin çok güzel bir kelime bu.. ayağın kabı yani:)

2-nefret ettiğiniz kelime: Falan (hiç şüphesiz)

3-ne sizi heyecanlandırır: Yolculuk fikri, hafif esintili bahar havası

4-heyecanınızı ne öldürür: Hoşgörü eksikliği, anlayışsızlık, gereksiz atışmalar

5-en sevdiğiniz ses: Cama vuran yağmurun sesi

6-nefret ettiğiniz ses: Matkap sesi, korna sesi, inşaat sesi.. bu liste uzar gider..

7-hangi mesleği yapmak istemezsiniz: Çöpçü olmak istemezdim:)

8-hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz: Şarkı söyleyebiliyor olmak isterdim:) doğal diil ama zamanı durdurma gücüm olsun isterdim:)

9-kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz: Audrey Hepburn ya da Jane Birkin

10-nerede yaşamak isterdiniz: İtalya ya da Yunanistan

11-en önemli kusurunuz: Bazı şeylere, sözlere, davranışlara çok fazla takılıp "neden?" sorusuyla günler ve geceler geçirmek.

12-size en fazla keyif veren kötü huyunuz: Çok konuşmam ve tembelliğim..

13-kahramanınız kim?: Don Quijote:)) (aşığım kendisine.. Onu istisna kabul edersek Hercule Poirot ve Müfettiş Clouseau)

14-en çok kullandığını kötü kelime: Kötü diil ama sevmiyorum hiç: "YANİ" "İŞTE" (kullandıkça vurun beni:)

15- şu anki ruh haliniz: Sakin ve herşeyi yapabilecek güçte hissediyorum.. Umursamaz bir halim var..

16-hayat felsefenizi hangi slogan özetler: 1)Hayatım ve hayatıma olan sevgim adına yemin ederim ki hiçbir zaman bir başkası için yaşamıycam ve bir başkasından benim için yaşamasını istemiycem (Ayn Rand'ın Atlas Vazgeçti'sinden) 2) Life isn't about finding yourself, life is about creating yourself (George Bernard Shaw)

17-mutluluk rüyanız: Koskocaman bir kütüphanenin içinde yaşamak ve işimin sadece ordaki kitapları okumak olması:))

18-sizce mutsuzluğun tanımı: Etrafınızdaki kişilerin onlar gibi olmanız için uğraşması, sizi değiştirme çabaları, en doğruyu onların biliyor olması vs..

19- nasıl ölmek isterdiniz: Uykumda, çok okudum, çok gezdim ve çok mutlu oldum diyip uykuya daldıktan sonra..

20- öldüğünüz zaman cennete giderseniz Allah'ın size ne söylemesini istersiniz: Nasıl, eğlenceliydi öyle diil mi?

15 Kasım 2010 Pazartesi

Hepimize İyi Bayramlar...:)


Son bir kaç gündür canım çok sıkkındı.. E hala öyle aslında, bir şey değişmedi.. Bu arada kendimizi bir arkadaşımla alışverişe adadık.. İyi mi yaptık kötü mü bilemiyorum.. Sanırım bizim cinsimizin olayı bu.. Can sıkıntısı mı hooop alışverişe.. Ay keyfim yerinde hadi hoop alışverişe.. Bir ileri versiyon saç kestirme, boyatma vs.. Demek ki bizim sıkıntılarımızın bedelini ya saçlarımız ödüyor ya cüzdanımız:) Neyse bu başka bir konu olarak şimdilik kapansın.. Çünkü gayet uzun bir tatil dönemine girmiş bulunuyoruz 2 gündür.. Ben de yeni yeni anlamaya başladım tatilde olduğumu.. Herhalde çoğunuz bu uzun tatili değerlendirip bir yerlere kaçtınız bile.. Kiminiz çalışıyor olabilir:( Ben ise anneme gidiyorum bugün.. Bize bayram ziyaretine gelen olmaz pek.. Biz de mezarlık ziyareti dışında pek çıkmayız dışarı.. Sakin geçer yani.. 

Yukarıda ki fotoğraf womenreading diye bir siteden.. Çok güzel bir okuyan kadınlar sitesi:) Fotoğraflar çok cezbedici.. Dolaşırken bu yukarıda ki Audrey Hepburn fotosunu buldum.. Kendimi ona çok yakın hissettim..Benim de sık sık yalnız kalma ihtiyacım oluyor.. Evet bu tatil için istediğim, bir kaç günü her şeyden uzak kendimle geçirebilmek.. Bu arada bolca okumak, film izlemek ve yenilenmek..


Bayram sonrası görüşmek üzere.. Hepinize mutluluk ve huzur dolu bir bayram diliyorum:))

10 Kasım 2010 Çarşamba

80'lerde ne dinliyorduk?-1

Ben 80'lerde yapılmış her şeye bayılıyorum.. Çocukluğum demek çünkü o zamanlar.. Abim o sıralar, şimdi "teenage" dediğimiz dönemindeydi ve müzik benim için onun dinledikleriydi..

Bugün iyi bir gün değildi.. Olur ya herkes size karşıdır hani.. Biri, sanki özellikle üstünüze geliyordur.. Öyle bir gündü işte.. Bunaldım da bunaldım.. Zaten ağrıyan başım çatlayacak kıvama geldi.. Bir an her şeyden koptum.. Gün nasıl bitti, ben nasıl eve geldim, bilemiyorum..

Sonra bir şey oldu.. Bu şarkıya rastladım.. "AFRICA".. Toto 80'lerde bir pop-rock grubu.. 77 de Steve Lukather (gitar/vokal), David Paich (klavye/vokal), Jeff Porcaro (davul), Bobby Kimball (vokal), David Hungate (bass) ve Steve Porcaro (klavye) ile kurulmuş olan bu muhteşem grubun vokalisti pek çok kere değişmiş. Bir dolu da grammy kazanmışlar zamanında.

Bu kısmı ıvır zıvır.. Önemli olan şu ki; ne zaman dinlesem bu şarkıyı neşeleniyorum.. Kendimi güçlü hissediyoruum.. Heeyyt kim tutar beni kıvamına gelince rahatlıyorum:)) Yine öyle oldu.. Sonuçta hepsine ayrı ayrı teşekkürü bir borç bilirim..

Dinleyin bakalım siz de de aynı coşkuyu yaratacak mı?

9 Kasım 2010 Salı

Faydalı Bitkiler-2


En sevdiğiniz bitki hangisi?? Benim ki tartışmasız "NANE".. Her şeyden önce kokusu yeter.. Bana bol güneşli, ılık esintili sabahları anımsatır.. Güzel bir kahvaltı sofrasını ya da açık havada yenen kalabalık, bol kahkahalı akşam yemeklerini.. Bazen annemin endişelerini.. Hepsi huzur verir bana.. Bu yüzden markette bir şey alıyorsam nanelisine yönelirim.. Yeşil çay mı alıyorum, nanelisini alırım.. Çikolatalı mı nanelisini arar gözlerim.. Naneli şekeri çantamdan eksik etmem.. Her türlü de yerim, içerim..Çayını severim, şeker olarak severim, sabahları domates üstüne severim, tazesini/kurusunuher tür yemekte severim.. Severim de severim.. Bir şeyi sade mi buldum elim hemen naneye gider..


İsterim ki kendi nanelerimi kendim büyüteyim.. Evimin her yeri mis gibi nane koksun.. Anneannemin kocaman bir bahçesi vardı, bayılırdı ekip biçmeye.. Onun naneleri bahçenin en çok su alan yerlerinde yetişirdi.. Burdan bilirimki nane su sever, nem sever.. Ordan toplayıp yemenin tadı başkaydı elbet.. Annem saksıda yetiştirmeye çalıştı ama sanırım pek olmadı..

Benim taaa liseden arkadaşım S bana söz vermişti.. Sana saksıda nane getiricem diye.. Burdan hatırlatırım kendisine.. Getirirse ben de denemeye hazırım büyütmeyi..



Biliriz ki pek çok şeye iyi gelir nane.. Çoğu bilinir.. Bilinmekle kalmaz hepimizce çeşitli amaçlarla kullanılır.. En çok da mide bulantılarında sanırım..
  • İştah açar. 
  • Sinirleri yatıştırır ve vücuda rahatlık verir. 
  • Strese ve baş ağrısına iyi gelir. 
  • Spazm ve kalp çarpıntısı riskini azaltır. Ateşi düşürür. 
  • Sindirim sistemi ve mide için çok faydalıdır. Sindirimi kolaylaştırır. 
  • Gaz söktürücüdür. 
  • Bağırsak kurtlarını düşürmeye yardımcı olur. 
  • Ülsere ve mide yanmasına iyi gelir. 
  • Kusmayı, mide bulantısını ve ağrısını önler. 
  • Grip, bronşit gibi soğuk algınlıklarında ve öksürükte faydalıdır. 
  • Diş ağrısını ve ağız kokusunu giderir. 
  • Anne sütünü arttırır. 

Bilmediğim de çok yararı varmış.. Mesela nane yağı yanık lekelerini gideriyormuş, soğuktan kaynaklı şişlikleri indiriyormuş.. Nane suyuna bir miktar sirke konulduğunda iç kanamaların durdurulmasına yardımcı oluyormuş.. Zencefille tüketildiğinde soğuk algınlığına karşı direncinizi arttırıyormuş..


Nane herşeye yakışıyor üstelik.. Tüketmesi bu yüzden çok kolay.. Limonataya koyun, nane-limon yapın, salatalara ekleyin.. Nane şekerini çantanızdan eksik etmeyin ki bunaldığınızda sizi ferahlatsın.. Anlatmakla bitecek gibi değil.. Ben ise kendisini en çok çikolata içinde seviyorum.. Sevmiyorum; ölüyorum, bitiyorum:))

Belki yakında naneli tariflerle karşınızda olurum, kimbilir?? Bol naneli günler:))