28 Ocak 2011 Cuma

Quasimodo Keki:))

Laf yemek yapmaktan açılmışken bahsetmeden edemeyeceğimi anladım.. 1-2 hafta önce bir kek yaptım ben:))) Zavallı ben, mikserim bile yok halbuki:( Neyse efendim pişirdik kendisini.. Böyle garip, ucube bir şeye dönüştü.. Adını Quasimodo koydum ben de:))) Huzurlarınızda Quasimodo keki:)))



Ama tadı güzeldi.. Valla güzeldi:))

Ne Pişirsem?

Yalnız yaşıyor ve çalışıyorsanız yemek büyük problem.. Hele ev yemeklerine düşkün bir tipseniz (bknz: ben).. Tabi çalışıyor ve evliyseniz hayat daha zordur eminim.. İnsan kendine ne olsa yapıyor ama bir de koca varsa ooof... Siz evli arkadaşlara geçmiş olsun diyorum:) Ama gerçekten işten gelip yemek hazırlamak dert.. Açken dünyası kararanlardanım ben.. Gözüm birşey görmez olur.. Bir huysuzluk, bir öfke.. Pratik tariflerin peşinde koşmam bundan:) 

Bugünse değişik olacaktı.. Geç bir öğle yemeği sayesinde eve geldiğimde hala tok sayılacak durumdaydım.. Süper bir yemek fikrim vardı.. Tavuk göğsü, mantar, patates, havuç hepsi doğranacak, bir fırın poşetine konacak, üstlerine bol baharat, karıştırılıp fırına verilecekler.. Yemeğim pişerken bir de salata patlatıcam ki allaaah:) Fikir güzel, karnım tok.. Tavuğu da çıkardım.. O ne? Fırın poşetlerim kayıp.. Aradım taradım yoklar.. Sinirimden evi temizledim.. Oturdum meyve yedim.. Sonra da kısmet diyip mantı pişirdim kendime.. Ama bu mantı değişik.. Markası "elvan".. Hiç duymamıştım daha önce.. Kendi "süper" marketimde buldum bu mantıyı.. Ispanaklıymış ya almazsam darılırdı.. Bir de arkasında tarif vermiş.. O tarifi biraz değiştirip uyguladım.. 



Mantıyı pişirdim.. Biraz su ve yağa, azıcık salça koydum.. İçine haşlanmış nohut (benim konserve nohutum vardı) ekledim.. Pişirdiğim mantıları da süzüp hepsini bir güzel karıştırdım.. Bir de sarımsaklı yoğurt.. Oooh.. Eh çok süper bir yemek değil ama olsun.. Beğendim.. Hoş beğenmesem napacaktım ki? Son anda bir de fotoğrafını çektim.. Yaparken fotoğraf çekmeyi öğrenemeyeceğim ben, üzgünüm:))) Sonra da "Fringe" eşliğinde bir güzel hüplettim:)) Afiyet olsun bana, onca brokoliden sonra iyi geldi:)))

27 Ocak 2011 Perşembe

Sıkıntılar, sıkıntılar..

Yok maalesef hayal ettiğim gibi bir hafta sonu yaşayamadım.. Yeni bir haftasonuna yaklaşırken buraya bile ancak yazabiliyorum.. Kötü günler geçiriyoruz.. Anneannem hastalandı çünkü.. Yoğun bakımda hala.. 91 yaşında artık.. Ben ise bu huzursuzluklarla her zamankinden daha huysuzum.. Her şey gözüme daha çok batıyor.. Demek ki bugünler için bir seviyorum sevmiyorum listesi yapabilirim..


1. Hastanelerden nefret ediyorum (seveniniz var mı?).. Ama en çok Devlet Hastaneleri'nden nefret ediyorum.. Aman ne işim var burda havasıyla çalışan doktorları sevmiyorum.. Kolay bir iş değil yaptıkları ama göze almış olmaları gerekmez mi? Hepimiz en iyi yapacağımız işin peşinde olmalıyız, sevdiğimiz.. Yoksa hem kendimize zindan ediyoruz hayatı hem de başkalarına.. Bu yüzden umursamaz hatta insanlıklarını nerdeyse kaybetmiş, duygusuzlaşmış doktorları sevmiyorum..


2. Bu karmaşa içinde yanımda tek bir kitap vardı.. Okuduğum kitabı btirmeden rahat edemem.. Nermin Bezmen yazarı.. Kitabın adı da SIR.. Kitap liseli bir kızın günlüğü kıvamında.. Maalesef anlatımı da öyle.. Edebiyata dair bir şey yok içinde.. Bari konusu iyi olsa da çektiğimiz eziyete değse.. Ama nerdeee.. 17 yaşında bir kızın seks maceralarını 400 sayfa okumak ? Bezdim.. Sevmedim.. Ama bakıyorum kitabın okuduğum nüshası 17. basım.. Hem de 2008'de.. Yani alanı okuyanı bol.. Onlara mutluluklar diliyorum fantezileri içinde..


3. Kar yağmıyor inatla.. Ocak bitiyor, hava buz gibi ama kar yok.. O küçük beyaz tanecikler olmayınca kışın tadı tuzu yok.. Yağsa ya artık.. Bembeyaz olsa her yer.. Ooof oof.. Bu soğuk, gri havaları sevmiyorum..


4. Sabahları uyanamıyorum.. Son anda yataktan kalkıp koşa koşa servise ancak yetişiyorum.. Bu hallerimi de sevmiyorum.. İstiyorum ki daha erken kalkabileyim, rahat rahat koşturmadan çıkayım evden..

5. Sevdiğim hiç mi yok.. Var canım.. Anlayışlı arkadaşlarımı seviyorum.. Süprizleri de seviyorum:)) Beni gülümseten hatta kahkahalara boğan herkese çok teşekkür ederim:)

6.  Bir de yeni site buldum.. Yani ben yeni buldum.. Fizy'nin yokluğunda bizi oyalar.. Kimbilir belki yerine geçer..

7. Ayrıca latince öğreten bir site buldum:) tıklayın bir:)  Valla çok güzel.. Çook sevdim.. Oturun öğrenin.. Haa" latinceyi napıcam deli misin?" diyorsanız haklısınız.. Belki benim gibi maymun iştahlılar, her şeyi öğrenicem diye yanıp tutuşanlar vardır diye söylüyorum..

8. Bu ara indirimler süper.. İmkanınız ve vaktiniz varsa alışverişe çıkın.. Vitrinlere bakının.. Mağazalara girin.. Almayacaksanız bile deneyin:)) Kadınların moralini düzeltecek daha iyi bir alternatif zor:)


9. House'un yeni iki bölümü internete düştü.. Buna bayıldım.. Hemen izledim, beklemeye geçtim:)

10. Örgü örmeye bayılıyorum.. Tığ işi bir atkıya başladım.. Rengine, örneğine bayıldım.. Bitince görürsünüz.. Ama zor ilerliyor, zor biter:)


Durum bundan ibaret.. Anneannemin durumu hala belirsiz.. Bekliyoruz.. Tek dileğim acı çekmemesi.. Bazen hayırlısı demek lazım.. Çok seviyorum ben bu lafı.. İnsanın içini rahatlatan, belki de her şeyin üstesinden gelemeyebileceğimizi bize hatırlatan bir tarafı var..
 

21 Ocak 2011 Cuma

5 Dakkada Değişir Bütün İşler...

Dün sabah işe gelirken tatil hayalleri kuruyordum.. Bedensel olarak süper durumdayım ama beynim maalesef cızırdıyor.. Kafamın verdiği hata raporu sayısı artmışken, şu raporu teslim eder etmez şöyle bir iki gün tatil yapsam dedim.. Bu hevesle bir de güzel araştırdım, planlar yaptım. . Şöyle yakın bir yerlere giderim.. En çok 2-3 saat uzaklıkta.. Yanıma bir parça eşya alsam yeter.. Bir de i-pod'umla bir kaç kitap.. Cuma akşam çıkarım, pazar akşamı ya da pazartesi sabahı dönerim.. Bütün gün kitap okur, kafamı dinlerim.. 




Abant iyi bir seçenekti:)) Oteller biraz pahalıydı ama iki gece için değerdi:)

Sonra Ağva/Şile tarafına gitsem dedim..



Çok güzel bir kaç otel bulmuş, fiyat bilgisi alayım derken önümüzdeki hafta çılgınlar gibi çalışmaya başlayacağımızın haberi  geldi.. Bir program yaptık ki oooo.. Yok hiç canım sıkılmadı.. Yoğun çalışmak benim için tatil gibidir.. Kafamı böyle de dinleyebilirim ben.. Yeter ki boş kalmasın o zaman çok bozuluyor, arıza çıkarıyor:) Hem bütün gün deli gibi koşturduktan sonra akşam evde ayakları uzatıp keyif yapmanın tadı başka oluyor.. :) Memnunum yani.. Araştırmalarım boşa gitmedi elbet.. İşleri biraz yoluna koydum mu kaçarım ben:)) Kışın tatilin tadı da başka çünkü:))

Bu nedenle ben bugün anneme doğru yola çıkıyorum.. Haftasonu annem bana baksın, beslesin:)) Ben de biraz vitrin gezeyim, dolaşayım, dinleneyim.. Pazartesi sabahına enerji gerek:))) 

Ben yine de küçük bir tatil yapmaya gidiyorum sayılır.. Hepinize iyi haftasonları:))

20 Ocak 2011 Perşembe

Brokoli Benim Canım:))

Ben var ya çok huysuz bir çocuktum..Annem ilişkimizin ilk dönemlerinde (!) çok uğraştı iştahım açılsın da adam gibi yemek yiyeyim diye.. Seçerdim de seçerdim ben.. Onu yemem bunu yemem.. Sonunda vazgeçti, kendi halime bıraktı beni.. O andan sonra ben yemediğim şeylerin bir kısmını sever oldum.. Mesela ağzıma hayatta domates sürmezdim.. Sonra dedim kendi kendime "bak ırmak çok yararlı bu domates denen meymenetsiz şey.. Yapacak birşey yok.. Yiyeceksin.." Şimdi bayılıyorum:))

Brokoli ile de böyle bir geçmişimiz var.. Annem yapar yerdi, ben de söylenirdim "öğğğ böğğ" diye.. Yaklaşık üç haftadır her hafta brokoli yiyorum:))) Bayılıyorum üstelik..

Bu akşam da eve koşup şu aşağıdaki şaheseri (bana göre öyle en azından:) yaptım..


İçinde, azıcık haşlanmış brokoli, havuç, mısır, közlenmiş kırmızı biber, limon, nar ekşisi ve zeytinyağı var.. Evde ne bulduysam koydum anlayacağınız.. Bu benim ana yemeğim.. Delisi olduğum için üç öğün salata yiyebilen biriyim.. Akşamları ana yemek diye salata bana yetebiliyor genelde..  Bana kalsa yediğim en lezzetli şeydi:)) 

Ama güzel olmamış mı??

18 Ocak 2011 Salı

Denedim, Memnunum:)


Ben kutu meyve sularını seven biri değilim.. Gazlı içeceklerin de hiçbirini içmem.. Yani gün içinde soda, ayran, bitki çayları, kahve ve siyah çay tüketirim.. Taze meyve sularına ise bayılırım.. Bırakın litrelerce içerim, kilolarca meyve yiyebileceğim gibi.. 

Ama yukarıda afili bir fotoğrafını gördüğünüz "YEŞİL" arkadaşımızın yeri bende ayrı.. Sebze-meyve suyu diyorlar kendisine.. Neler yok ki içinde: elma, portakal, guava, passionfruit, ananas, mango, kayısı, muz, üzüm, limon, havuç, kivi, kereviz, salatalık, lime, lahana, pancar, soğan, biber.. Öyle lezzetli ki!!.. Düşünün tatlı bir şey içiyorsunuz ama geriden geriden hafif bir taze kereviz kokusu:)))) 

Önyargılı yaklaşmayın lütfen, sevin onu.. En son A'cım böyle yaptı ama şimdi bayılıyor:)) Eh çok mu sağlıklı?.. Maalesef, taze meyvsebze suyu kadar sağlıklı olmasını beklemeyin.. Yine de gazlı içeceklere göre melek sayılır.. 

Kısacası için, içirin:))))

15 Ocak 2011 Cumartesi

Oh beee:))))))


Dün yine kötü bir gün geçirdim.. Eh bu hayatın içinde kendimizi sürekli iyi hissetmek, moralimizi yüksek tutmak zor iş.. Ama bu ara ben sürekli beni iyi hissettiren bir şarkı dinliyorum.. Sabahları en az 5 kere dinleyip güne öyle başlıyorum.. Üstelik telefonumun melodisini de bu şarkıya ayarladım..:)))

Müziği, sözleri mutlu ediyor beni.. Ben de evin içinde "OHH BEE" diye bağırdıkça rahatlıyorum.. 

Nolursa olsun diyenler, hayatı hep sevenler OHHH BEEEE

14 Ocak 2011 Cuma

Hepimiz susuyoruz..

Bugün hepimize bir şekilde sıkıntı veren bir konudan bahsedeceğim.. Aslında hepimiz derken özellikle kendi hemcinslerimi ve duyarlı bazı erkekleri kastediyorum.. Bugün twitter'da takip ettiğim kişilerden biri bir sayfa paylaştı.. "Bugün asla kabul edilemeyecek 27 reklam başlığı" altında.. "Hepsinin alası her gün yapılıyor" diye de not düşmüş.. Şöyle bir göz attım.. Tüylerim diken diken oldu ve hak verdim.. Bu reklamlarda kadınlara ve çocuklara yönelik cinsel istismar, hayvanlara eziyet, ırkçılık vs her şey vardı.. En hafifi sigarayı öven reklamlar.. Diğerlerinin yanında bunlar çok ama çok masum.. İşte beni en çok rahatsız edenler..





 Bakmaya dayanamıyorum..





Günümüzde bu tarz reklamların bir kısmına şiddetle karşı çıkılıyor.. Ama hala alt metninde kadınları aşağılayan, sadece erkeklere seslenen seks içerikli reklamlar yok mu? Güzelliğin zekadan çok daha önemli olduğu her gün her gün başımıza kakılmıyor mu?.Eminim şovenist pek çok tip var aklına daha beter reklam projeleri gelen.. Bu ayrı bir konu ama gerçek hayatta da her gün yaşanmıyor mu bunlar.. Kadınlar ve çocuklar her gün şiddete, tacize, tecavüze maruz kalmıyorlar mı? Hayvalar da keza öyle.. Irkçılık değil mi ülkemizde ki insanalrı kürt, alevi, türk, ermeni diye ayırmak.


Hepsi ayrı ayrı insanın içini cız ettiriyor ama benim bugün aklıma özellikle takılan hemcinslerime ve çocuklara yöneltilmiş şiddet.. Hepimiz öyle ya da böyle yaşadık bunu.. En hafifi laf atma.. Küçük bir araştırma yapıldığında ortaya çıkan görüntü korkunç.. Mesela Türkiye'de kadınların %39'u fiziksel şiddet kurbanı.. Bu tabii ülkemize özgü bir durum değil.. Tüm Dünya'da;
  • Her üç kadından en az biri dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da farklı bir biçimde tacize uğramaktadır. Kadına kötü muamele eden kişilerse genelde kadının kendi ailesinden ya da tanıdığı insanların arasından çıkmaktadır.
  • Avrupa Konseyi, 16 - 44 yaş arası kadınların ölüm ve sakatlanmalarının ana sebebinin aile içi şiddet olduğunu ve bunun kanser ya da trafik kazalarındaki ölüm ve sakatlanma oranından çok daha fazla olduğunu beyan etmiştir.
  • Bugün cinsiyet yüzünden yapılan kürtaj ve doğum sonrası kız bebeklerin öldürülmeleri sonucunda "kaybolan" kadın sayısı 60 milyondan fazladır.
  • BM kadına yönelik şiddet özel raportörünün raporlarına göre 1999'da ABD'de aile içi şiddete maruz kalan kurbanların %85'ini kadınlar oluşturmaktadır.
  • Rus hükümeti 1999 yılında 14.000 kadının partnerleri ya da akrabaları tarafından öldürüldüğünü tahmin etmektedir.
  • Dünya Sağlık Teşkilatı kadın cinayet kurbanlarının neredeyse % 70'inin erkek partnerleri tarafından öldürüldüğünü rapor etmiştir.
Kadına yönelik şiddet küçültülmüş bir dünyada, 1000 kişilik bir küresel köyde nasıl görünürdü sorusuna Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü, hükümetler ve hükümet dışı örgütlerin istatistiklerine dayanılarak ortaya çıkan sonuçlar:
  • Nüfusun beş yüzü kadın (%50) - Aslında 510 olacaktı ama 10 bebek cinsiyet kökenli kürtaj nedeniyle hiç doğamadı veya ihmal sonucu bebekken öldü.
  • 300 kadın Asyalı
  • 167 kadın tüm hayatlarının bir noktasında dayak yemiş veya bir başka şiddet türüne maruz kalmıştır.
  • 100 kadın tecavüz veya tecavüze teşebbüs kurbanı olacaktır.
Çocuklarla ilgili olan kısma ise girmek istemiyorum.. O kadar kapsamlı ki bu konu böyle küçük bir yazı içine sığdırmak mümkün değil.. Gerçekten zaman ayırmalı ve konuyla ilgili okumalısınız.. Felaketin derecesini ancak böyle anlayabilirsiniz..

Bunları okudukça düşündüm.. Hep susuyoruz.. Biz kadınlar susmayı ve üstünü örtmeyi tercih ediyoruz.. Bundan bir kaç ay önce okula gelirken tacize uğradım ben.. O anda kendimden hiç beklemediğim bir tepki verdim ve dönüp saldırganın yakasından çekiştirmeye başladım.. Bir taraftan da var gücümle çığlık attım.. Bana yumruk atıp kaçtı ve bu sırada telefonunu düşürdü.. Ayrıca o sırada olay yerinden geçmekte olan bir beyefendi (Ahmet Bey)arabasıyla tacizciyi takip etmiş. O çok duyarlı kişi saldırganın motorsikletini keşfetmiş ve başına abisini bırakarak benim yanıma gelmiş.. Telefon numarasını bıraktı ve yine kontrole gitti.. Bu sırada polis geldi, ben hastaneye giderek darp raporu aldım ve polise gidip ifade verdim.. Bu sırada saldırgan yakalandı.. Düzgün görünümlü bir tipti (saldırganların illa ki hırpani, maganda kılıklı tiplerden çıkacağı yanılgısına asla düşmeyin).. Ve orda yüzüme baka baka "sadece tanışmak istedim" dedi.. Polis çok yardımcı oldu ve ben biraz olsun rahatladım.. Şahidim olarak Ahmet bey de gelip ifade verdi.. Ona ne kadar teşekkür etsem azdır.. En azından hala duyarlı, yardımsever kişilerin varlığına inanmamı sağladı.. Dava açılacaktı.. Açılmış olmalıydı.. Neler oldu bilemiyorum.. Çünkü bu işin peşine düşmek istemedim.. .Mahkemeye gitmek, onunla bir daha karşı karşıya gelmek, bu olayı tekrar tekrar yaşamak istemedim.. Kapansın istedim.. Hata ettiğimi biliyorum.. Daha güçlü olmalıydım evet.. Çünkü daha yeni aynı yerde bir taciz olayının daha yaşandığını öğrendim..Yine okuldan bir kıza.. Ama hala önlem alan kimse yok..

Hepimiz buna benzer şeyler yaşıyor ve susuyoruz.. Peki ya aileleri, kocaları tarafından kimi zaman töre, namus gibi saçma nedenlerle kimi zamansa neden bile uydurmadan dövülen, öldürülen kadınlar..

P.S. Resimlerin tamamı burada..
P.S. Bu ara konuya duyarlılığım artması son okuduğum kitap sanırım.. Okunuz mu bilmiyorum ama okumadıysanız öneririm.. "Ejderha Dövmeli Kız"

11 Ocak 2011 Salı

Ben artık adı "Earl Grey" olan biriyle evlenmek istiyorum:))


Dün kütüphaneye yeni gelmiş filmleri talan ederken buldum onu.. Animasyon olması, kapağındaki bana Tim Burton'ı hatırlatan karakterler ve adı bana öyle cazip geldi ki.. Koşa koşa eve gittim ve bir solukta izledim Mary ile Max'in hikayesini.. Çok güldüm (öyle güzel replikler var ki) ve çok ağladım.. 



 İşte kıskanılası insanlardan biri daha.. Nasıl yapıyorsun böyle şeyleri ha nasıl nasıııl????

Mary and Max, 2009 yapımı "stop motion" bir animasyon.. Adam Elliot tarafından yazılmış ve yönetilmiş.. Sırf çekimi 13 ay sürmüş.. Toplam yapım süresi ise 5 yılı bulmuş.. Mary'i Toni Colllette, Max'i ise Philip Seymour Hoffman seslendirmiş (Eric Bana da kısa bir rolü olan Damien'ı seslendirmiş).. 


Mary'nin annesi Vera.. Bir bardak çay her şeyi çözer (özellikle o çay fincanıyla kamufle ettiğiniz şeri ise:) Düğme yerine neden mandal var paltosunda? Cevabı filmde:)


 Mary adı Earl Grey olan biriyle evlenip bir şatoda yaşamak istiyor:)))



Mary Avustralya'da yaşayan 8 yaşında, alnındaki doğum lekesinden muzdarip, alay konusu, yalnız bir kız.. Annesi ayyaş, babası ise çay poşetlerine ip takma işinde çalışan ve en bütük hobisi ölü kuşları doldurmak olan ilginç biri..  Anlayacağınız ilgisiz bir aile.. Bebeklerin Amerika'da nasıl olduklarını (çünkü Avustralya'da bira bardaklarından çıkıyorlar:) merak ettiği için rastgele seçtiği birine mektup yazmasıyla başlıyor her şey.. Mektubun alıcısı Max adında bir New York'lu.. Max 44 yaşında, sorunlu, obez ve yalnız bir adam.. İkisinin pek çok ortak yönleri var.. İkisi de çikolataya bayılıyorlar mesela..(Hatta Max'in favori yiyeceği çikolatalı sandviç.. İsterseniz tarifini verebilirm:))


 Max'in favori yiyeceği çikolatalı sandviç:))


Film boyunca birbirlerinin hayatlarını nasıl etkilediklerini izliyoruz.. Evet bir animasyon izlediğimiz ama yalnızlık, ölüm, intihar, arkadaşlık, hatalar, vefa üstüne bir animasyon.. İçinizi karartmıyor asla.. Ama gözyaşları içinde kahkahalar atıyorsunuz.. 

Bir de o kadar çok ayrıntı var ki.. Mekanlar, karakterler.. Bir ara "Breakfast at Tiffanys" filminden fırlamış bir Audrey Hepburn gördüm:)))) Eminim pek çok şeyi kaçırdım.. En az 5 kez daha izlemem lazım:))) 

Son olarak filmden bazı replikler:

  • Maalesef Amerika'da bebekler kutu koladan çıkmıyorlar. dört yaşındayken anneme sormuştum. yahudilerin hahamların kuluçkaya yattığı yumurtalardan çıktıklarını söyledi, eğer yahudi değilsen katolik rahibeler kuluçkaya yatarmış. eğer ateistsen yalnız pislik fahişeler kuluçkaya yatarlarmış.
  • My mouth hardly ever smiles but it does not mean i am not smiling inside my brain.
  • ''i'd prefer to live somewhere much quiter, like the moon. i don't like crowds, bright lights, sudden noises or strong smells.
  • Seni affediyorum çünkü mükemmel değilsin.
  • When I was young, I invented an invisible friend called Mr Ravioli. My psychiatrist says I don't need him anymore, so he just sits in the corner and reads. 
  • Butts are bad because they wash out to sea, and fish smoke them and become nicotine-dependent.  
  • I have also invented some new words. "Confuzzled", which is being confused and puzzled at the same time, "snirt", which is a cross between snow and dirt, and "smushables", which are squashed groceries you find at the bottom of the bag. I have sent a letter to the Oxford Dictionary people asking them to include my words but I have not heard back. 
P.S. Eric Bana Avustralya'da yaşayan bir Yunanlı göçmenmiş.. Seslendirdiği Damien gibi:))
P.S.S. Mary'nin özrü beni bitirdi.. Sanırım arkadaşlık biraz da kırdığın kişiden (sen bunda kırılacak ne var ki desende) özür dileyebilmek..
P.S.S. Bir ara Mary'nin bir sahnesinde Pink Matini'den Que Sera Sera şarkısı çalıyor.. O sahne bile bunalıma girip hayatı daha çok sevmenize yeter.. 
P.S.S.S. Bunalıma girip hayatı daha çok sevmek biraz tuhaf geliyor olabilir.. Ama izleyin ne demek istediğimizi anlayacaksınız..
P.S.S.S.S. Adam Elliot'um Akademi ödüülü bir kısa animasyonu var.. Harvie Krumpet.. Buna da bayıldım.. Zaten çok benzer yönleri var..

5 Ocak 2011 Çarşamba

Değmeyin Keyfime...:)

Ben burayı günlük mü sanıyorum acaba?:)))) Neden olmasın canım.. Madem ki sevdiğim, sevmediğim her şeyi paylaşıyorum, hayatımı paylaşıyorum..Şu an çok çok keyifliyim bir kere.. Eve gelir gelmez temizlik yaptım.. Evim gıcır gıcır, hiç olmadığı kadar derli toplu.. Üstelik ne yıkanacak çamaşır var ne de ütülenecek.. Temizliğin üstüne süper bir kırmızı lahana salatası yapıp yedim.. Şimdi de çayımı yudumlaya yudumlaya bu satırları yazıyorum ki değmeyin keyfime:)))

Bu ara neler neler oldu? Yeni yıla pek güzel girdim.. Hediyeler aldım, hediyeler verdim.. Aldığım en güzel hediyelerden biri SARTORIUS"tan geldi.. Her sene mutlaka bir hediye yolluyorlar ve bunlar hep çok ince düşünülmüş şeyler oluyor.. Bu sene de şöyle bir şey geldi.. Mektup yazma çalışmalarına başlama zamanı..


 Mürekkebiyle beraber çok şık bence..



 Vee adıma düzenlenmiş kağıtlarla zarflar..



Sevgili Ajan bana bu güzel şeyi almış..



Mum konacak içine.. Severim böyle şeyleri.. Kendisine yer arıyorum..Ayrıca Glögg diye bir şey getirmiş bana.. Henüz içemedim.. Alkol oranı çok düşük, %2.. Baharatlı olduğunu biliyorum, bir de ısıtıp içmem gerektiğini.. Ama henüz keyfine varamadım..



Bunun dışında fotoğrafını çekemediğim bir kazağım oldu.. Bir de fotoğrafını koyamayacağım bir hediye.. Benim siyah-beyaz, büyütülmüş bir fotoğrafım..:) 


Cumartesi gezildi tozuldu.. Ufak da olsa alış veriş yapıldı elbet.. Eve boş dönmek yok.. Ama bunu ne kadar beğenmiş olsam da ben almadım.. Hediye edildi tarafıma:))))))



Haftasonunun kalanı çalışmakla geçti..  Ben doktora yapıyorum biliyorsunuz.. Biliyor musunuz?? Neyse, proje yazmam gerek bu ara Ser ile.. Ayrıca ikinci altı aylık raporlarımızı da vermeliyiz.. Bu arada deneylere devam edilmeli.. Bunlar tüm zamanımızı alıyor olmalı aslında.. Ama son üç gündür pek öyle olmadı benim için..Maalesef yirmilik dişlerimden biri daha çekildi.. Diğer ikisi ameliyatla alınmıştı.. Öyle dikişler vs.. Bu defa normal çekildi ama o bile beni düşürmeye yetti.. 

Bunun dışında biz artık yemeğimizi kendimiz hazırlıyoruz okulda.. Bu yüzden alışverişe çıktık salı günü.. Ama ben durur muyum? Çok beğeniyordum, indirimde olduğunu görünce dayanamadım aldım:)


Bir de şu toprak rengi ojelerden aldım.. Bir tane vardı aslında bende..Ama bu daha koyusu..


Evet konumuza geri dönecek olursak; bu ara çok sağlıklı besleniyoruz.. Salata yapıyoruz öğlenleri (hatta ben brokoli sevmeye başladım.. Ajanın annesinin yaptığı müthiş brokolili, patatesli, beşamel soslu şaheserden sonra..). Hem ben de artık ara öğünlerini atlamayan biriyim.. Bu da beni çok mutlu ediyor..

Ayrıca daha çok su tüketmeye başladım.. Matara aldım kendime.. Evden çıkar çıkmaz susayanlardanım.. Çıkar, otobüse biner, susuzluktan ölürüm.. Çok işime yaradı doğrusu..


Veee süper bir keşif yaptım.. Bundan bir kaç hafta önce oldu ama ancak şimdi koyabiliyorum.. "Denedim memnunum" durumu aslında bu.. "Doğadan" yeni çıkarmış.. Serinin adı gördüğünüz üzere "Büyülü Bohça".. Gerçekten bohça.. Torbası bildiğimiz çay poşetleri gibi değil.. Tül gibi, şeffaf.. Ben kuşburnu çayını denemek için aldım.. Bir kere meyveleri görüyorsunuz, toz değil.. Su dökünce üstüne, ağırlıkla bohçaya dönüşüyor.. Etiketi sıkma aparatı olarak kullanıyorsunuz.. Bin takla atmanıza gerek yok yani poşeti fincandan çıkarmak için.. Hepsinden önemlisi de çok lezzetli.. Ben bayıldım.. Siz de bayılın:))))) 



Bugün de kütüphaneye uğradım yine.. Ejderha Dövmeli Kız'ı aldım.. Okuyalım bakalım..


Sizin yılınız nasıl geçiyor acaba? Benim ki gördüğünüz gibi hızlı başladı.. Tek istediğim böyle devam etmesi:))))




Mutluluklar:))))

4 Ocak 2011 Salı

İstanbul Hatırası...

Okuyup bitireli çok oldu.. Yazmayı da istedim ama nedense bir türlü elim gitmedi.. Ahmet Ümit'ten bahsediyorum.. İstanbul Hatırası..

Benim Ahmet Ümit'le tanışmam geçen seneye dayanır.. Okulun kütüphanesinin en gedikli müşterisi benim.. Daha açılmadan, sabahın köründe kapısına dayandığımdan temizlikten sorumlu teyze bile benim bu kütüphaneden çıkmaz halimi diline dolamış durumda.. Ahmet Ümit kitapları da bol kütüphanemizde.. Ama okumuyordum ben.. Hep ilgimi çeken başka şeyler oluyordu.. Derken furyaya kaptırdım kendimi.. Sis ve Gece ile başladım.. Patasana, Çıplak Ayaklıydı Gece, Kar Kokusu, Kavim, Beyoğlu Rapsodisi, Bab-ı Esrar.. Kimini beğendim evet ama genel olarak benim edebi zevklerimi tatmin edemiyor maalesef.. Hele ki suçluyu tahmin edersem tam bir hayal kırıklığı.. Bununla beraber genel olarak iyi vakit geçirten kitaplar yazıyor Ahmet Ümit.. Çok yormayan, sürükleyici.. "Beyoğlu Rapsodisi" hikayenin her yerine Beyoğlu ile ilgili küçük bilgiler serpiştirildiği için favori Ahmet Ümit kitabımdı.. Bu yüzden "İstanbul Hatırası" da ilgimi çekiyordu.. Aldım alıyorum derken sonunda kütüphanemize geldi de okuma fırsatına eriştim..

Aslında sıradan bir Ahmet Ümit romanı.. Kimi yerde gereksiz konuşmalar, açıklamalar.. Çok erken tahmin edilen bir son.. Ama zaten çok büyük beklentilerim yoktu.. Vay beee dedirtmedi..Demeyi beklemiyordum da.. Yalnız hakkını vermek lazım.. Üzerinde çalışılmış, emek verilmiş bir roman.. En sonda kullanılan kaynaklar bile sıralanmış.. Şehrin tarihi ile ilgili gerçekten öğrenmeyi isteyeceğiniz, hatta abartalım; hepimizin bilmesi gereken bilgilerle dolu.. Mesela ben Cervantes'in (evet benim Don Kişot'umun Cervantes'i) Süleymaniye Camii yapımında çalıştığını bilmiyordum.. Öğrenmiş oldum.. Belki vasat bir polisiye, vasat bir roman.. Ama dolu dolu bir şehir bilgisi var içinde.. Kısacası zaman geçirmek için ideal.. 565 sayfalık bir eğlence:)) Yapın çayınızı, çekin battaniyenizi oooh keyfinize bakın:))

Not: Madem Ahmet Ümit'i çok da beğenmiyorsun neden ısrarla okuyorsun? demeyin.. Çok çok kötü olmadıkça ben okurum.. Sırf merakımdan da olsa okurum.. Hatta ne bulsam okurum.. Beğenmesem de yazara her seferinde bir şans daha veririm.. Bu defa nasılmış bakalım diye..