30 Temmuz 2011 Cumartesi

Ben Geçen Hafta..

Off haftalar geçti gitti değil mi? Eh bakalım hadi neler yapmışım geçen sürede..

1. Ne Okudum?

Elimde bir dolu kitap var.. Üstelik yenilerini de aldım.. Ama okuyamama durumum sürüyor..  Bir kaç kitap birarada, ondan ona atlaya zıplaya çabalıyorum okumaya.. Yine de iki kitap bitirmişim:)


Yusuf Atılgan, Bütün Öyküleri, YKY Yayınları, 120 sayfa, 8 TL..

Yusuf Atılgan'la geç tanıştım biliyorum.. Hatta Aylak Adam'ı okuduktan hemen sonra size şurada anlatmıştım nasıl beğendiğimi.. Bu defa yine kütüphaneden edindiğim "Bütün Öyküleri" ni okudum.. Fazla söze gerek yok alın okuyun derim.. Ben de diğer kitaplarına devam etmeyi düşünüyorum. "Anayurt Oteli" aklımdaki ilk kitap..


Bir de Ayfer Tunç Kitabı bitirdim.. İlk çıktığı günden beri aklımdaydı.. Kütüphaneye de gelince kaçırmadım.. Gerçi çıkalı 1 seneye yakın oldu ama olsun:) Kitabı genel olarak beğendim.. Bir kere sürükleyici; elinize aldınız mı bırakamıyorsunuz.. Hızla okunuyor.. En büyük başarısı zamanlar arasındaki geçişleri.. Hiçbir hikayeyi kaçırmıyor, aaa bu kimdi ne oluyordu demiyorsunuz..  Bütün bu kurgusal güzelliklerin yanında bir de şiir, şarkı sözü alıntıları var ki enfes.. Burada en güzeli kitabı okurken referanslara atıfta bulunmayıp kitabın sonunda bir kaç sayfada kaynakları göstermesi.. Bence böylelikle hem kitaptan kopmuyor hem de ufak çaplı bir beyin jimnastiği yapabiliyorsunuz.. Kitabın konusu zaten çok ilgi çekici.. Tam bir modern toplum eleştirisi.. Bana göre kitabın tek bir kusuru var o da çok fazla tekrara düşmesi.. Alın okuyun, pişman olmazsınız..


Ayfer Tunç, Yeşil Peri Gecesi, Can Yayınları, 472 sayfa, 27 TL.


  • “bizde itiraf yoktur.
    bizde itiraf eden huzur bulmaz.
    bizde itiraf demek, suçumuzun her bir ayrıntısının hücrelerimize yapışması demektir.
    biz itiraf edersek unutamayız.
    biz oysa unutmak isteriz, olmamış gibi yapmak.
    biz mecbur kalırsak tövbe ederiz hemen ardından unutmak için, suçumuzu da öyle fazla sayıp dökmeden üstelik. (allah biliyor nasıl olsa, ayrıntılarla onu meşgul etmeye ne lüzum var?)
    bizim tarihimiz unutarak gömdüğümüz günahlarımızın tarihidir. kurcalayıp durmayın. eski defterleri açmanın ne faydası var canım?
    biz dolaylı insanlarız, bizde yalanlar ve gerçekler arabesk motifler gibi iç içe geçer.
    bizim milli ikilimiz suç ve ceza değildir.
    bizim milli ikilimiz suç ve nisyan’dır.
    süleyman amcanın elinde en uyumlu milli ikilimiz vardı. rakı şişesiyle kehribar kavun.”
  • umut sadece bir an değildir, bazen bir süreç de olabilir. işte oldu. umutla dolu zamanlar vardır hayatta böyle, yeniden doğuş anları, sahiden doğuş.
  • 'hoşlandığım için yatıyordum.hoşlanıyorsam orospuluk değildir.bitti.'
  • hayatta ben en çok babamı sevdim. ben ali'de babamı aradım. sonra babam yaşındaki adamlarda ali'yi aradım. babamda eski babamı aradım. bu zincir böyle giderken osman bende annesini aradı. ben kendimi annesiz hissettiğim için anne olmaya korktum. benden iyi bir anne çıkmamasından, kendi parçamdan yaratacağım varlığın, sefillikte beni geçmesinden korktum. doğurmadım. ama osman'ın annesi oldum. osman'ın annesi olduğum anlar bir sonraki güne uyanmama yaradı. ezcümle, herkes varlığındaki boşluğu doldurmak istiyor. dolduramadan ölüyor. ama uğraşma boşuna, o boşluk dolmaz! varolmanın boşluğu o! dolsa biz, biz olmayız!

2. Ne İzledim?

İşte bunları izledim:)

IMDB Puanı: 8,1


Pedro Almodovar'ın 2002 yapımı filmi.. Bütün Almadovar fimleri gibi büyüleyici..

 IMDB Puanı: 6,5


Matt Dillon'ın en iyi performansı diyorlar.. 2005 yapımı Bukowski'nin romanından uyarlama.. Yönetmenimiz ise Bent Hamer.. Film iyi ama kitabından iyi değil..


  • "Aşıkların hepsi aylak insanlardı 9-5 arası çalıştığımda aylakken düzüştüğüm gibi düzüşemiyordum."
  • "Kabadayı olmak işe yarıyor bu dünya güçlülerindir."
  • yaşlı adam: "kadının var mı?"
    henry: "hayır yok, kadınımı kaybettim"
    yaşlı adam: "üzülme, yenisini bulur onu da kaybedersin".


 IMDB Puanı: 7,9


2007 yapımı İngiliz komedisi.. Tek garantisi eğlendirmesi:)

 IMDB Puanı: 6,1


2003 yapımı filmi ben henüz izledim.. Benim ara vermeden izleyebildiğim nadir filmlerden biri oldu.. 

IMDB Puanı: 4,6


Ben hala orijinalini izlemedim.. Gus van Sant'in 1998 yılında çektiği bu versiyon beni bir süre idare eder.. Ama orijinalinin çok daha iyi olduğu yönündeki görüşler aklımı çeliyor.. Eminim de üstelik çok daha iyi olduğundan.. 


IMDB Puanı: 8,0

Ben İstanbul Film Festivali'nde ikinci film olan Manderlay'i izlemiştim.. Çok da etkilenmiştim.. Dogville'i bir türlü izleyemedim bir kaç kez niyetlensem de.. O karamsar havadan, filmin çarpıcılığından çekindim, hep yarım bıraktım.. Manderlay'de Grace rolünde Bryce Dallas Howard vardı.. Ama Nicole Kidman'ın yerini tutamazmış.. Bu film de sizi yerden yere vuran filmlerden biri işte.. İnsan olduğumuzun kanıtı.. Nasıl kötüyüz, ne kadar iyiyiz, ne zaman yoldan çıkarız sorularının cevabı.. Ve fırsat geçerse elimize neye dönüşürüz?

  • There's a family with kids. Do the kids and make the mother watch. Tell her you'll stop if she can hold back her tears. I *owe* her that.
  • Some things you have to do yourself.
  • Goodbye Tom..

IMDB Puanı: 7,4

Bakınız Halka'nın orijinal versiyonu Ringu'dan bir sahne.. Halka'yı yıllar önce izlemiştim ilk çıktığı günlerde.. Orijinalini yeni izledim de yahu neden o kadar tırsmışım dedim.. Tek korkunç sahnesi kızın televizyondan çıkışı, bakamadım bile o derece ürktüm:)

IMDB Puanı: 6,3

 Annem bana geldiğinde izleyelim beraber diye almıştım bu filmi.. Kendisi Susan Sarandon  hayranı da:) Akşam anneyle, yakın bir arkadaşla, sevgiliyle izlenecek, yormayan hafif gülümseten, iç ısıtan bir film..

IMDB Puanı: 6,9

2004 yapımı, Emily Blunt, Natalie Press oyuncular ve ikisi de harika.. Film ergenlikte iki genç kız hakkında.. İkisinin de farklı sorunları var.. Mona'nın hapisten yeni çıkmış abisi koyu bir katolik olmuş ve üstelik beraber olduğu evli adam onu terketmiş.. Tamsin'in hayatı gizem dolu.. Sadece ablasının kanserden öldüğünü biliyoruz.. Bu koşulalrda tanışan bu iki genç kızın birbirleriyle olan yakınlaşmalarını izliyoruz.. Çok şaşırtmayan ama Mona için vurucu bir sonla bitiyor film izlemeye değer..


4. Ne Dinledim/Dinliyorum?

Yaz ya bu oynak eğlenceli ne varsa dinliyorum.. :) Favorim bu:)

5. Gezme/ Tozma?

Ada, festival, sitenin havuzu, alışveriş merkezleri:) 

6. En çok ne yedim?

Sabah kalkınca atıştırıyorum.. Öğleyin peynirle yiyorum.. Sonra bütün akşam aklıma geldikçe devam ediyorum.. 


7. En çok ne içtim?

Bu sıcakta sadece buuzz gibi.. 



8. Sıkıntı?

Yok, olmasın da sıkıntı.. Ülkenin halini hiç saymayalım.. Konuş konuş bitmez çünkü.. Bir tek Yılmaz Özdil yazılarının facebook'ta paylaşılmasına dayanamıyorum, ona da yapacak bir şey yok!

9. Mutluluk?

O en çok.. Evde keyif yapmak, havuzda serinlemek, iyi bir kitap okumak hep rahatlatıcı..

10. Alışveriş?

Off hiç durmam..

Kitaplar.. Diğerlerinden fırsat bulur bulmaz okunacaklar..




Çantalar.. İndirim var ya kaptım ikisini de.. İlki C&A ikincisi Bershka.. İkisi de 20'şer TL.



Beylikdüzü pazarında yeni bir takıcı buldum.. Her parçayı 1 tl'ye satıyor.. Zaten kendi yapıyor.. Aşağıdaki kolyeler, küpeler ve yüzük oradan.. Ama her gittiğinizde farklı şeyler buluyorsunuz..




Ayakkabılara da dayanamıyorum.. Beyazlar H&M ama telef ettim bile.. Bu tarz bir terlik istiyordum ne zamandır.. Koton'dan aldım..


Ekoseli pijama altı takıntım var benim.. 
Bunların dışında yine ne zamandır bir kot gömlek sahibi olmak istiyordum buldum sonunda.. Bir de yüksek belli ispanyol paça bir kot aldım.. Mango'da 5 TL idi.. Bu kadar ucuz olmasa almak aklıma gelmezdi belki ama iyi ki almışım:)

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Rock n Coke..

Tırtılınız Pazar günü Rock n Coke'ta sıcaktan yanmaktaydı.. Kendine gelmesi zaman aldı tabii.. :) 


Evet bu cümlelerle havamı attıktan sonra asıl konuya geçebilirim.. Pek sevgili K sayesinde haftasonu RocknCoke'daydık.. Ben cumartesi Büyükada'da yatıyordum ama A, rockncoke'da Limp Bizkit izlemekteydi.. Herkesin konuştuğu Limp Bizkit'in ne kadar muhteşem bir performans sergilediği idi :/ Olsun pazar günü ben de katıldım bu kervana.. Girişte bilekliklerimizi alıp kalabalığa karıştık.. 


Ama o ne sıcak allahım.. Dayanılır gibi diil.. Buzlu suları alıp birbirimizi ıslata ıslata o en sıcak zamanları atlatmaya çalıştık.. Bu arada sahnede Gripin vardı.. Peşinden Friendly Fires çıktı.. Ancak tuvaletlerden ara ara yükselen kokular sahnenin sol çaprazını bence iptal etmişti.. Gerçi sürekli bir koku yoktu.. Ancak o tuvaletleri kullanmak herkesin kabusu haline gelmişti.. Biz Lounge alanındaki tuvaletleri kullandık.. Orasını bile temiz tutmakta zorlanıyordu görevliler.. Benim ilkokuldan bu yana en büyük kabusum tuvaletlerdir.. İlkokulda tuvalete girmeyi reddederdim.. Tuvaletimi tutmaktan hasta olmuştum da özel izin çıkmıştı  öğretmenler tuvaletini kullanmam için.. Dersin ortasında izin almadan tuvalete gidebiliyordum:) Benim gibi biri festival alanında o portatif leğenleri mümkün diil kullanamazdı, kullanamamıştır.. Gerçekten de tuvalet ihtiyacını başka türlü (!) halleden kişiler olduğunu duydum.. 


Neyse efenim biz adapte olurken Athena sahneye çıktı.. 


Burada ağzı açık ayran delisi beni görmektesiniz..

Çok şükür Athena'da geldi geçti, hava da hafif serinlemeye başlamıştı ki Skunk Anansie sahneye çıktı.. Ve günün en keyifli, en enerjik performansını izledik.. Hava yakmıyordu ama dondurmuyordu da daha.. Ve Skin'i ağzım bir karış açık izledim.. Böyle bir enerjiyi ben kimsede görmedim.. 2 kere stage dive yaptı.. Hepimiz çıldırdık.. 

 Kıyafeti muhteşemdi..



Ardından Paolo Nutini çıktı da sakinleştik.. Öyle olduğumuz yer oturup mırıl mırıl dinledik kendisini.. 


Travis'i sabırsızlıkla bekliyordum.. Bir kaç sene önce geldiğinde niyetlenmiş ama nedendir hatırlamıyorum gidememiştim.. Travis iyi aile babalarından oluşan bir rock grubu olmuş:) Olsun,  "Side, Why Does It Always Rain on Me?, Flowers in the Window, Sing" gibi şarkıları hep beraber söyledik.. Çok sempatiklerdi, çok sevimlilerdi:))) 


Ve son olarak havanın dondurduğu (en azından beni) saatlerde Moby sahnedeydi.. Gerçi donmaya fırsat bırakmadılar.. Kendisi her şarkının sonunda "tfenk yu tfenk yu tfenk yu teşekür ediyoruuumm tfenk yu tfenk yu tfenk yu" diyerek kalbimi çalmıştır.. Konser bitiminde benim gibi tfenk yu layan pek çok kişiye rastladım.. 




Ah ama tüylerimiz diken diken olarak "Why Does my Heart Feel So Bad?" dinledik ki anlatılır gibi diil.. En sonunda "Lift Me Up" la zıplatarak bizi gittiler.. 


Gece bitmiş biz de bitmiştik.. Eve döndüğümde saat sabahın dördüydü.. Duşa kendimi zor attım.. Kamp yapıp orada kalanlar naptılar bilemiyorum :) Sonrasında mutlulukla sızmışım:))



17 Temmuz 2011 Pazar

Shakespeare...

Yazmasam hakkında konuşmasam içimde kalır.. Az evvel bir tartışma yaşadım.. Tartışma değil aslında bir konuda fikrimi söyledim de ukala oldum.. Ha ben ukala değil miyim? Şimdiye kadar hiç saklamadım ki ben gayet huysuz, ukala ve hatta çirkef biriyim.. Ama siz şimdi beni tanımıyorsunuz ya bana ukalasın sen dermisiniz? Yok tanımadığınız için henüz demezsiniz:) 


Efendim konuya girmeden önce belirteyim ki ben bir edebiyat dahisi değilim.. Beni okurken farkettiğiniz üzere, ne kadar uğraşsam da bolca hata yapıyorum yazarken.. İngilizcem gayet iyi de olsa edebi bir eseri çeviremem (verin makale çevireyim orası ayrı:)).. Edebi bir eseri çevirmek gerçekten o yönde düşünmeyi ve apayrı bir yeteneği gerektiriyor bana kalırsa.. 


Evet bunları yapamam ama ben kendimi bildim bileli okurum.. Okumayı söktüğüm gün sınıfımızın küçük kütüphanesinden her gün bir kitap alarak başladım.. Ortaokul günleri klasiklere başladım.. O zamanlar bazı kitapları anlayamadıysam ikinci kere okurdum.. Lisede bir sene (yaz tatili çıkarsa 9 ay) 53 tane kitap okudum.. 


Bu beni hiçbir şey yapmaz elbet biliyorum.. Ama iyi ya da kötü bir edebi zevkim vardır.. Beni biraz olsun tanıyan kişilerin hakkımda söyleyebilecekleri en belirgin özellik budur.. Ayrıca yine beni tanıyan kişiler benim ayrım yapmadan okuduğumu bilirler.. Beğenmek ya da beğenmemek başka bir konu.. Ben ne bulsam okurum.. Çok sevdiğim, ayılıp bayıldığım yazarların dışında biri bana bir şey önersin okurum.. Al bunu oku desin onu  da okurum.. Beğenmediysem de kimsenin zevkine bir söz etmeden belirtirim bunu.. Sevmedim bana göre değil demekten gocunmam.. Kimse de gocunmamalı elbet.. Belki birisinin çok büyük bir yazar olduğunu tüm dünya kabul ediyordur da sen okumuş ama hiç sevememişsindir.. Olmayacak şey mi? Hiç değil.. Herkes her şeyi sevemez.. Mesela ben Yaşar Kemal okurken kendimden geçerim de Orhan Kemal'i bir türlü okuyamam.. Ne kadar istesem de yapamam.. Eee Orhan Kemal kötü bir yazar mı? Değil tabii ama ben sevmek zorunda değilim.. Benim onun kitaplarını sevmeyişim onun değerini düşürmediği gibi hayranlığım da onu yüceltmez..


Bunun dışında mesela Shakespeare'e bayılırım.. Bazı geceler açar açar okurum.. Hem İngilizce hem Türkçe okurum.. Türkçe okumaktan daima daha büyük zevk alırım.. Her şeyi Türkçe okumayı daha çok severim zaten o ayrı.. Çünkü Türkçe benim anadilim.. Ve evet konuşmayı, okumayı seviyorum anadilimde..


Shakespeare çevirisi deyince de aklıma Can Yücel gelir.. Evet çeviridir okuduğunuz aynı kapıya çıkar ama o ne lezzettir.. Onun çevirilerini okumak nasıl bir zevktir.. Bir Shakespeare oyununu İngilizce ya da Türkçe okusanız çok farketmez bence.. Yani İngilizce okusam da Türkçe okusam da aynı lezzet.. 


Ama Can Yücel çevirisi mi İngilizcesi mi? Can Yücel çevirisi fark atar benim için orijinaline.. Neden çünkü ben Türkçe düşünür Türkçe konuşurum. İngilizce okuduğum bir şeyi her ne kadar anlasam ve beğensem de iyi bir Türkçe çeviri daima tercihimdir.. Şimdi söz konusu örneğe bakalım..


Sone 66



Tired with all these, for restful death I cry,
As, to behold desert a beggar born,
And needy nothing trimm'd in jollity,
And purest faith unhappily forsworn,
And guilded honour shamefully misplaced,
And maiden virtue rudely strumpeted,
And right perfection wrongfully disgraced,
And strength by limping sway disabled,
And art made tongue-tied by authority,
And folly doctor-like controlling skill,
And simple truth miscall'd simplicity,
And captive good attending captain ill:

Tired with all these, from these would I be gone,
Save that, to die, I leave my love alone.



Can Yücel Çevirisi



Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e 

Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama. 


Shakespeare ne kadar İngilizse Can Yücel çevirisi o derece Türk.. Sadece bir Türk'ün okurken tat alabileceği bir çeviri.. Türkçe bilen bir yabancı sanmıyorum aynı derecede hoşlansın bu çeviriden..

Bu akşam Ümit Ünal 66. soneyi çevirdiğini belirtti.. Bloguna da koymuş.. Meraklısıyım ya açtım baktım hemen.. Bana göre gerçekten de iyi, temiz bir çeviri olmuş.. İzin almadım o nedenle buyrun buradan çevirisini okuyun.. Mesela ben özellikle "Hep ırzına geçilmiş en temiz değerlerin," "Basit gerçeğin adı olmuş sana basitlik" kısımlarını çok çok beğendim.. Evet çok güzel bir çeviri ama benim için Can Yücel'den iyi değil.. Ben de fikrimi belirtmek istedim.. Olamaz mı? 

"ya kusura bakmayın ama can yücel gibisi yok bu konuda:) shakespeare bile o tadı vermiyor.." Bu cümleyle yukarıda anlatmak istediğim şeyi özetledim.. E Ümit Ünal'ın da anlayacağına kuşkum yok.. Bakın gelen cevaba..


"can yücel elbette çok büyük ama shakespeare o tadı vermiyor deyişiniz ukalalık zirvelerinde hayli yüksek bir zirve."


Haydaaa.. Benim söylediğimle bunun ne ilgisi var diye baktım bir süre.. Sanmış ki ben Shakespeare'e laf ediyorum.. Eee asıl yazar Shakespeare'ken neden ona laf edeyim.. Ben nasıl bir salağım?! Nasıl bir kendini bilmezim.. Oturdum uzun uzun anlattım.. Söylemek istediğim gerçekte nedir, neyi yanlış anlamış..  Beni tanımadan nasıl ve neden ukala yaftasını yapıştırıyorsunuz.. Ve bakın yine cevaba


"insanın tam anlamadığı bir konuda şaka yollu bile olsa ahkam kesmesine gerek yok efendim. neyse akşam akşam böyle konulara üzülmeyin."


Tam anlamadığım bir konu?! Evet Türk Dili ve Edebiyatı ya da İngiliz Dİli ve Edebiyatı ya da her ikisini birden okumadıysanız bu konuda ahkam kesmeyin.. (Ahkam kesmek?!!!)..


Hangisini tam anlamadığım da meçhul.. Shakespeare mi Can Yücel mi yoksa Ümit Bey mi? Ya da İngilizce'yi mi tam anlamıyorum yoksa Türkçe'yi mi? 


Edebiyat kimsenin tekelinde değil.. Belki anlamadığım bir konudur ama benim de bu konuda belli bir zevkim vardır.. İyi ya da kötü.. Shakespeare seviyorum.. Onu dilediğim gibi okuma özgürlüğüne de sahibim.. Ve hangi okumamdan zevk aldığımı bildirmekte de özgürüm.. Ve evet tekrar ediyorum Can Yücel çevirisi varsa elimde açıp İngilizcesini okumam.. Çünkü Can Yücel çevirisinden daha büyük zevk almaktayımdır..  Başka birinin çevirisi varsa elimde İngilizcesini de tercih edebilirim..


Ümit Bey yanlış anladı beni belli.. Ben derdimi anlatınca da dinlemedi demek ki!! E olabilir, zamanı yoktur belki.. Ama keşke verdiği tepkilerin dozunu ayarlasaydı.. Ukala, ahkam kesiyorsun gibi çıkışlar yapmasaydı.. Herkes birer büyük sırdan ibarettir.. O görünüşlerin altından ne çıkacak hiç bilinmez..


Böyleyken böyle efendim.. Shakespeare okuyunuz tabii.. İstediğiniz dilde okuyunuz.. Ne bileyim belki Japonca okursanız daha mutlu olacaksınız:))) Çünkü çeviri yeniden hayat vermektir!!

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Takıntı, Sıkıntı vs..

Rapor sunum derdi bitti ya temizliğe giriştim ben.. Bu defa bilgisayar detoksu yapıyordum.. Gereksiz tüm klasörleri kaldırıp geri kalanı doğru isimlerle dosyalamaktı amacım.. Oturdum dün gece güzel güzel bu işleri yapıyorum.. Derken birden bilgisayarımın wireless bağlantısı bozuldu.. Hadi yeniden yapılandırdım.. Ama olmuyor, düzelmiyor.. Ttnet'i ardım, görevliyle tekrar aynı şeyleri yaptık, olmuyor.. Dedi sorun bilgisayarda.. Cidden o zaman dikkat ettim ki artık wireless ışığı yanmıyor bilgisayarımın.. Neyse dedim buna sıkılmış olabilirim ama yapacak başka şeyler var.. Oturayım fotoğrafları atayım bilgisayara bir post gireyim, nasılsa kabloyla bağlanabiliyorum.. O da ne fotoğraf yüklememi sağlayacak program yok.. Tekrar kurayım dedim cd'den, CD yürütmüyor bilgisayarım.. DVD oynatıyor ama iş CD'ye gelince ıııh.. 




Bir an boğuluyorum sandım.. Ben böyle takıntılıyım.. Eğer bir şey bozulduysa, kırıldıysa yanlışlık varsa bırakmak isterim o şeyi.. Ya da hemen düzelsin sorunu neyse.. Gecenin o vakti olmasaydı bilgisayarcıyı hemen o anda arardım.. Dayanamadım anında kapadım bilgisayarı, kaldırdım gözümün önünden.. 


Bu nedenle maalesef "Ben Geçen Hafta" postu yapamıyorum.. Halbuki anlatacak kitaplar, filmler, gezilecek sergiler vardı.. Bak yine sıkıldım, bunaldım.. Ööööfff!!!


Ben şu sondan iki önce bağıran gibiyim işte:)

1 Temmuz 2011 Cuma

Bu ara..

Son dönemde yapmaktan keyif aldığım her şeyi bir kenara bırakmak durumunda kaldım.. Biz zavallı doktora öğrencileri her altı ayda, tez jürimize ne yaptık ne ettik anlatmak zorundayız.. Hem ayrıntılı bir rapor hazırlamalı hem de sunum yapmalıyız.. Geçtiğimiz haftalarda bir taraftan rapor yazıp, sunum hazırlamakla uğraşırken diğer taraftan son hızla deneylere devam ediyorduk.. Öyle çok yoruldum ki başka hiçbir şeye fırsatım, vaktim, hevesim kalmadı.. 


Genelde evde geçirdiğim bu dönemde bir sabah sevgili çiçeğimin açtığını gördüm:) Kendisini uzanmış camdan dışarıyı izlerken yakaladım..


Günlerim hep aynı monotonlukta geçti.. Bazen ben de cam kenarına oturup dinlendim..


Sevdiğim blogları takip etmeyi ihmal etmedim..


Vee çalıştım..

Arada kaçamak yaptım..


Bunaldığım zamanlarda kendimi sakinleştirmek için çabaladım..


Veee en sonunda geçen cuma günü sunumu yaptım.. Bitti, gitti, geçti.. Deneylere devam edeceğiz elbet ama bir altı ay daha rapor derdi yok:) (aslında o dert hep var ama neyse..). Şimdi gelsin kitaplar, filmler, gezme tozmalar.. Oooh:)